27 Ekim 2014 Pazartesi

Yorumları Bile Takip Eden Az Sayıda Okuruma

Liseli şairler vardır ya hani,
Şiir sayısı okuyucu sayısından fazla olan,
Adam başı birden fazla şiir düşer hani,
Benimki de o hesap.

50'li yaşlarımda kitap yazacağım, her şeyi anlatacağım.

Anlatmadığım, anlatamadığım çok şey var.

Bu arada bence kanal d nin televolesi daha iyiydi.

Melihçiyim.

Sizi seviyorum
Çok öpüyorum.
Boğaziçini bitirmek üzereyim.

Bitirmezden evvel bir veya birkaç tane daha yazıp burayı öyle kapatacağım.

Jank hikayeleri bitdi.
Artık işimdeyim gücümdeyim.
Ama hâlâ benim de söyleyeceklerim var.

Kendinize iyi bakın. Kesin bilgi rt pls tşk.

Bu arada Lalistik'te helemüda var. Eltün'den gelin piçler.

Distankür.

28 Ocak 2014 Salı

State Sponsored Junkie

Size yazasım geldi.

Hani Polat Alemdar ölüyor ama ertesi sezon maceralarına devam ediyor ya, benimki de o hesap.

Evim son durak'tan bi' sonraki durakta benim.

Okula geri döndüm. Düz döndüm bu sefer. Her dönem geri dönüş yapıp iki hafta sonra yine bırakıyordum ya hani, bu sefer dönemi tamamladım. İyi de geçti. Olması gereken kadar iyi değil ama iyi.

Herneyse okul başka meselâ.

Şimdi iyi dinleyin piçler poçlar ve peçler:

Jankı bıraktım. (jank diye okuyun bunu ama. J ile)

Ama bırakmadım.

Türkiye'ye de sonunda maintenance treatment geldi.

Bi süredir zaten varmış da, sadece yatanlara falan oluyormuş falan. Şimdi düzde de oluyor. Ya sa galiba şimdi yine olmuyor yeni hasta alımı ama o ara oluyordu işte. Amatem dayanışma bloguna çevirmiyorum burayı, isteyen araştırsın.

Velhasıl, 7 aydır falan vücuduma illegal bişey sokmadım. Teste girsem negatif çıkarım amq. Ki giriyorum zaten.

Biri bu konuda uzman doktorlardan oluşması şart olan bir heyet tarafından verilmesi şart olan kırmızı reçete ile verilen, öbürü de düz kırmızı reçete ile verilen iki ilaç kullanıyorum. Soranlara anti depresan diyorum. (gerçi ikisi de gerçekten de deneysel olarak bazı ülkelerde anti depresan olarak kullanılıyor)

Velhasıl bu kadar ağır ilaçlar zorladı beni. "ağar mı geldi piç" demeyin. Harbiden geldi.

Ayığım artık. Siz de ayık olun.

Loserlıklarımı anlatmaya devam edicem tabii ki. Ya da belki üşenirsem yazmam.

Buradan buradan birilerine teşekkür ediyorum diyenlere teşekkür ediyorum.

Süd.

24 Nisan 2012 Salı

Başlangıcı Olan Her Şeyin Bir Sonu Vardır.

Kahkaha ve Barış üzerinize olsun; 23 Nisan kutlu olsun.

Çok rica ediyorum: Şunun eşliğinde okuyunuz.





Sen varken her sabah neşeli
Uyandığımda etraf güneşli
Yataktan zıplayıp fırlarken
Karşılarım seni: Hoşgeldin özlediğim gün!

Uzun bir aradan sonra seni bugün gördüm,
Uzak bir mesafeden benim için çok geldin.

Zaman kalmadı
Acele et
Her şey fena fantastik.
Zaman kalmadı, acele et.
Geç kalma, sadece zamanında gel.


Bir şekilde eve gittiğimde,
Etraf darmaduman Hande.

Metrobüs patinaj çeksin istiyorum sana gelirken.

Aynı şehir, aynı sokaklar
Her zamanki aynı çikolata alışverişleri
Her şey beni mutlu edebilir;
Taraflıyım senden yana, bunu bil.






Süremiz doldu, klimalar açılmak üzere.
Bir gün hayatımız bitecek.
Artık büyüyoruz, fırsatları kaçırıyoruz.
Acele et,
Ama merak etme, ben de yakında gelirim.

Zaman kalmadı, acele et;

Fena fantastiğiz.
Zaman kalmadı acele et:

Birileri olacak bu gidişle.
Zaman kalmadı; ne olur artık acele et!
Gitmeden önce oynayacaksan bile, sen..
Zaman kalmadı. Yeter artık, lütfen acele et.
Uyan, ve hodri meydan:
Mutlu olmak için hazırlan.



Tekrardan, ve bu konuda son kez merhaba çok sevgili okurlarım. Bir kısmınız sevinecek belki, çünkü artık orijinalime geri dönüyorum. Evet, bir kadın vardı ve okula gitmeye başlamıştım. Evet, bir başka kadın sayesinde girdiğim bu okuldan onla el ele verip çıkmaya hazırlanıyordum. Ama çok sevgili dostlarım, yıllar evvel aklımda kalan o soru işareti bir anlamda olumlu bir anlamda ise olumsuz bir cevap ile bugün sonuçlandı. İsterseniz yine (bu süreci sizlerle geçirmek istiyorum başlıklı yazımda tarihsel olarak en yakın olan alıntıyı yapmıştım, şimdi ise sonuncuyu yapacağım ve bu konuyu bu blog'da da bir daha görmeyeceksiniz.)



04.06.2010 Cuma 13:48
  • Birazdan Hande gelecek. Hande kim derseniz, o da burda okuyor. Ama biz, blog yazarı olan başka bir arkadaşım üzerinden -yalnız blog dedik diye internet sanmayın, gerçek hayattan- tanışıyoruz.
  • Bi gelişme olursa bildiricem ibneler.


Evet işte, Hande'yi tanıdığım ilk gün buydu. Bugün de -en azından bu yıllar alan döngüsel muhabbetimiz bakımından- son oldu. Yine geldi, yine aynı yemeği yaptım. Bu sefer sabahtan akşama beraberdik yalnız. Sabah Fransız, akşam ise İtalyan mutfaklarından örnekler sergiledim. Yani şöyle söyleyeyim: Çalıştığım iş yerinden dört günlük bir izin aldım, ve üç gündür bugün için çalışıyorum. Ben aslında o dört günü de mümkün mertebe beraber geçirmek isterdim, ama o olmaz dedikçe olacağı zaman için çalıştım.

Bunları anlattığımda benim için söyleyeceğiniz şey çok basit biliyorum: E olm, bu kız seni istemiyor işte, ne diye zorluyorsun it misin?

İşte çok sevgili dostlarım, kadınlar isteklerini ya da isteksizliklerini size doğrudan söylemiyorlar asla. Yani şöyle söyleyeyim, bu tamamen aşktan korkan bir erkeğin tavladığı kadınları depresyonlara terk edip gitmesi gibi bir şey. Daha evvelden de çok bahsetmiştim.



Çoğunluk filmini izlediniz mi? O film hiç de sizin gibi boğaziçili kofti sbk tayfasının zannettiği gibi bir etnik çoğunluk ya da kültürel çoğunluk üzerine falan değil. İnsanların arasında ben ve benim gibi, Hatırla Sevgili'deki Nejat gibi, Selvi Boylum Al Yazmalım'daki Kadir İnanır olmayan adam gibi insanların nasıl da azınlık kalabildiklerini anlatıyor.

O filmde bir sahne var. Kızla beraber eve gidiyor bizim çocuk, ve kızın evinde yaşayan bir diğer insan çocuğu görünce "aa dediğin kadar yakışıklıymış" diyor. Sonra beraber odaya gittiklerinde çocuk şunu soruyor: Beni gerçekten yakışıklı buluyor musun ya?

Hiç biriniz umarım bir gün beni anlamazsınız. Yaptıklarınızdan, etnik kökeninizden, ya da çeşitli sebeplerden falan değil, sadece siz olduğunuz için, sadece kahrolası birkaç kilogram organik kütlenin diziliminden dolayı, ya da sadece kişiliğinizden dolayı mantıksız ya da mantıklı bir insan gibi görülmek, inanın ki çok acı.
Yani bunun iki tarafı da acı. Şu hayatta mantıklı bulunduğum oldu; "mantığım seni istese de gönlüm razı değil. Senden sebepsiz yere hoşlanamıyorum; o elektriği alamıyorum" tavrını gördüm. Mantıksız bulunduğum oldu; "Gönlüm seni ne kadar isterse istesin aklım kabul etmiyor, o yüzden şu hayatta yaşadığım dert tasa sevinç keder neşe üzüntü gibi durumlarda sana yaslanamam, seninle el ele veremem." tavrını gördüm. İnanır mısınız bana bilmiyorum dostlar, ama bunların ikisi de insanın kalbinin bir yarısını boş bırakıyor; e bir tarafı tıkabasa dolu diğer tarafı bomboş olan her kırılgan gibi o da kırılıyor. Ne kadar mukavemeti yüksek bir kalbim olduğuna bazen ben bile şaşırıyorum; ama evet o da kırılabiliyor.

Sözlerimden Hande'ye kırgın olduğumu falan çıkartmayın asla. Ben hayata kırgınım: Dünyaya, insanoğluna, evrene, Karma'ya ya da kaderime kırgınım. Evet sağolsun o da çok denedi, evet onun da aklında 4 Haziran 2010'dan beri bir soru işareti vardı. O gün bir an oldu, ve ben o an sokakta görebileceğiniz 1000 erkeğin 999unun yapacağının tam tersine hareket ettim: Bir kadın gözlerini bunun için kapatmışken onu öpmedim. İstemediğimden değil, onun istediğinden emin olmak istedim sadece. Ruhundaki yaraları kapatmak için ya da ben çok mantıklı bir insan olduğum için ya da ben çok hoş çok biscolata bir insan olduğum için ya da şu ya da bu sebeple değil, sebepsiz yere istediğinden emin olmak istedim.

Onun da aklında bu bir soru işareti olarak kalmış. Bunu bana defalarca söyledi. Hatta bu son yazı dizisinin ilk yazısında bahsetmiştim ya hani, sözleşmeler yaptık birbirimize niçin dönüp dolaşıp tekrar geldiğimizin sebeplerini yazdık falan diye, işte o sebepler listesinin ilk maddesi (ilk maddeyi Hande yazdı) "Yarım kalmış olması" idi.

Dolayısı ile de, bu yarım kalmış hikayeyi bir sonuca bağlamak için tek çaremiz o anı tekrar yaşamaktı. Bugün o an tekrar yaşandı dostlarım. Hande'nin sesini çenesinden aşağı doksan derece açı ile inen yaklaşık 40-45 cm uzaklıktan tekrar duydum yani. Evet, o gün bu gündür hiç bir şey değişmemişti. Her şey aynıydı. O an tekrar nasıl yaşandı, ne oldu ne bitti söylemeyeceğim. Ama şu kadarını söyleyeyim; evet eğer çoğunluk'tan olabilseydim taa o zaman da, ha keza bugün de biz Hande ile sevgili olabilirdik. Bunu isterdim de aslında, inanın ki olmamasının sebebi sadece benim becerememiş olmam.

Yirmili yaşlarımda dönem dönem bulunmuş hoş bir anı olarak kalacak bu da. Eski sevgili olmaktan bin kat iyidir aslına bakarsanız bir yandan da. Ama biriyle eski ya da yeni sevgili olabilmem için bir isteğim var ondan, ve bu öyle yok efendim sevişelim ya da şuraya buraya gidelim falan değil asla. Sadece, bana sırtını yaslayabilmesi ve benim de onun arkasında durabilmem lazım. Aslında bu sadece sevgili olmak için de değil, şu hayatta herhangi bir insan ile sağlıklı bir ilişki kurmam için gerekli. Benim karşılıklı bir güven içerisinde bulunmadığım insanla kanka olmam da mümkün değil.





Yine de her şeye rağmen bütün bunlara değerdi. Doğru insanı bulmuş olduğunuza milyonda bir bile ihtimal veriyorsanız, maddi manevi hiç bir şeyi esirgemeyin. Bir de merak etmeyin: Evrende hiç bir emek karşılıksız kalmaz. Enerjinin korunumu kanunu denen bir şey var.


Hepinizi çok merak ediyorum:
Boğaziçi Hande Beşyüz

23 Nisan 2012 Pazartesi

I know you want me, you know I want you.






Senle konuşmayalı epeyce süre oldu biliyorum;


Ama rüzgarların esmesi senin eserin.
Yıldızlarına bir idrak ihtimali dahi olmadan bakarken;
Krallar ya da basit adamlar olarak yargılanıyoruz.
Küçük dünyamızı bir de biz kırıyoruz.


Bilinmez hedeflere doğru salınmak
Utancımızı giderir mi?
Rüzgar ve tufanî yağmur
Güçlerimizi değiştirebilir mi?


Allah'ım! Bunun ne zaman biteceğini söyleyebilir misin?
Belki de asla, sana kalmış.
Allah'ım! Kaybettiğimizi geri verebilir misin?
Son sığınağımız hep sensin.







Tekrardan yüksek miktarda merhabalar çok sevgili okurlarım. Sizleri özlüyorum. Bunun başka bir açıklaması olamaz.
Zannedersem bugün tatlı bir girizgâh yazamayacağım, dolayısı ile alıntımızı yapalım da, konuya geçelim:


11.06.2010 Cuma 22:27
-Sınav sonrası Hande ile buluştuk. Bize gelip yemek yapacaktık ama bu sefer de benim içimden gelmedi, hava da güzel olunca yürü dedim gidelim Etiler'e. Gittik de. Mango'da indirim varmışkısa bi alışveriş turu ve ardından da yemek faslı yapıp Starbucks'a kaydık ve orada uzun uzun uzun oturduk.




Uzun uzun uzun oturmak. Evet sene oldu 2012, hala ona hitap edebildiğim en mühim özelliğim bu. Gerisi tırı, gerisi vırı. Yok efendim ailem şöyle iyiymiş de, yok bilmem boğaziçiliymişim de.. Alayı hikaye. Onların hiç biri olmasa sıkıntı değildi. Bu özelliğim olduktan sonra.


Sevgili gönül dostlarım, hayatta hiç bir zaman yapamamış olsam da benden size yine de bir naçizane tavsiye. Sizi sevmek için sebep arayan insanla dost, nefret etmek için sebep arayan insanla düşman olmayın. Çünkü o sebepler gelip geçici şeylerdir, yarın öbürgün koşullar ya da dengeler değişince ilişkiniz de değişir.



Şu hayatta gerçek olan tek bir şey var: Atomaltı parçacıkların daha kararlı hale geçme istekleri. Yani işiniz okulunuz aileniz sevgiliniz sevişmeniz sıçmanız yemek yemeniz hırsızlık yapmanız falan hepsi hepsi hepsi bu şerefsiz atomaltı parçacıkların suçu. Beyninizde oluşan bütün düşünceler bu şerefsizlerin daha kalabalık bir grup halinde enzimleri ya da nörotransmitörleri oluşturup, grup halinde daha kararlı hale geçmek istemelerinin bir sonucu. Yani aslında aşkı anlamaya çalışmak ya da kadınları anlamaya çalışmak falan hep yersiz. Eğer bir gün insanoğlu bu atomaltı parçacıkların neden daha kararlı hale geçmek istediklerini anlayabilirse hayata dair her şey çözülecek.

Bu durumda akıllara şu soru geliyor tabii: Atom nedir, atomaltı parçacık nedir? Arkadaşlarım dostlarım, atom dediğin kelime aslında Antik Yunanca'da "bölünemez" demek. Mantık şu: Elimdeki bu üzüm tanesini ikiye bölsem, sonra onlardan birini ikiye bölsem, sonra onlardan......., ve sonra artık öyle bir noktaya gelirim ki artık daha fazla bölemem; maddenin en küçük haline gelirim. İşte ona da atom derim.

Kelime anlamı "bölünemeyen" olan bir şeyin alt parçacıklarının olmasına post-modernizm, bunu blogumda meze yapmaya ise 22. Yüzyıl deniyor.




Bu yazımı okuyacak bi dolu kadın okuyucu var. Nereden baksan bi on onbeş kişi vardır yani :) Arkadaşlar şimdi sizlere soruyorum: Neden böyle yapıyorsunuz lan? Yapmayın lütfen yapmayın. Neden benim gibi erkekleri bayıla bayıla kullanıp sonra işiniz görülünce, depresyondan çıkınca bir kenara atıyorsunuz? Neden bunu yaparken de muhabbeti komple kesmeyip cepte tutuyorsunuz? Ayıp değil mi arkadaşım? Senin biraderine babana yapsalar hoşuna gider mi? Kendi egonuzdaki irin dolu yaraları kapatmak için insan kullanmayın. Bu yaptığınız gerçekten çok ayıp. O kadar ayıp ki, siz bir sebepten tadınız tudunuz kaçıkken barlara gittiğinizde sizi sarhoş halinizde yakalayıp sevişen, sonra da sıvışan adamlar sizin için yeterli bir ceza olmak bir yana, ödüldür adeta.

Kimse size kukunuzu doyurmayın demiyor. Gönlünüzü ferahlatmayın da demiyor. Cüzdanınız bomboş olsun da demiyor. Tehlikeli ya da zor durumlarda yalnız kalın da demiyor.
Ama güzel arkadaşlarım, bakın ulan kadınlar! Bunlar için farklı farklı erkekler bulundurmayın. Yapmayın bunu.




İsteksiz sikişten piç doğar.
Şu dünyada her kim sizin için ne yaparsa yapsın, kıçını da yırtsa, dağları da delse, değil araba  tren bile alsa, değil pırlanta yüzük kaşıkçı elmasını da getirse, değil yakışıklı biscolata^2 de olsa, değil güçlü king kong da olsa, değil zeki zeka olimpiyatları birincisi de olsa, değil seksi rocco siffredi de olsa değil dürüst peygamber ruhlu da olsa; her neyse değil x, y de olsa:
Kimse ile bir sebepten dolayı manevi bir ilişki kurmayın. Kendi keyfiniz istiyorsa kurun, o kadar.

Neye bakacağız öyleyse?
Atomaltı parçacıklarınıza bakacaksınız arkadaşlar. Onlar hep doğruyu söyler. O insanla konuşunca, ona dokununca, onunla vakit geçirince, onunla bir hediye alışverişinde bulununca falan eğer ki atomaltı parçacıklarınız daha kararlı hale geliyorsa, o insan doğru insandır. Evet bazı kimyasal reaksiyonlar zaman ister, uygun koşul ister, katalizör ister, enerji ister, ister de ister. Ama eğer ki o kişi ile bir kere bile atomaltı parçacıklarınızın daha kararlı hale geldiğine emin olduysanız:

Gerisini boşverin. Bak bilimsel konuşuyorum burada. Gerisi detay, gerisi fasa, gerisi fiso. Hepsi halledilir.

Sizleri çok seviyorum. Şimdi bu yazıyı okuduğunuza göre bir bakın bakalım, kimle daha kararlı hale geliyor o pis elektronlar. Bu babanız da olabilir, manitanız da, kankanız da.


Bir de, şu hayatta kimseye başka bir alandan manevi karşılık vermeyin. Üzülen siz olursunuz. Size ne sunuyorsa siz de ona onu sunun. Evladından sevgi saygı görüp ona sadece para sunan ebeveyn, ya da karısına mal mülk sağlayıp da ondan uzun vadeli sözleşmeli bir profesyonel işçi gibi faydalanan koca olmayın. Seviliyorsanız sevin. Saygı duymayın.

Hepinizi çok seviyorum.
Boğaziçi bin Beşyüz



10 Nisan 2012 Salı

Simit Sarayı denince aklına Börekçi'nin yanındaki dumanaltı mekan gelenler..





Nerede hata yaptım; neyi yanlış yaptım bilemiyorum dostlarım. Delik deşik bir kalpte nabız yokluyorum, onunsa evet için bir, hayır için iki kere göz kırpmaya bile takati yok.

Anlatmak istediklerimi biliyor olsam da anlattıklarım hakkında en küçük bir fikrim dahi yok. Bir insan vücudunun içinde kısılıp kalmışım; ve dışarı çıkmam mümkün değil.

Üslûbu öldürdü; omurgayı söktü, elimizde kala kala dikenleri törpülemiş soluk ve çakma bir muhabbet kaldı.

Neyden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yok. Ağzından kelimeler ancak korku ya da endişe ile çıkıyor.

Yıllar önce yanan ışık onun için de söndü mü bilmiyorum ama, benim için sönmek üzere. İçinde bulunduğumuz zaman, karşılıklı ve farklı konularda yarar üzerine kurtulmuş mutualist ilişkiler dönemi. Bu durum beni zaten yeterince süründürüyor. Ailemin junky çocuğuyum; tüm kırmızı çizgiler, tüm sınırlar, tüm yasaklar yüzüme yapışmış; bir ten bulmuşlar ve beni içine koymuşlar. Allah aşkına, bunu görebilecek başka kimse yok mu?

Ben yalan'ım.

Bunun gelişini görmüştüm.

(Radiohead - Bodysnatchers'a en içten öforik duygularım ile.)

Velhasıl, buyursunlar:


17.06.2010 Perşembe
  • Hande hıyarı beni facebooktan silmiş, ama telefonda kekir kekir konuşmaya devam ediyoruz. Benle kafa kafaya verip sövdüğü sevgilisiyle barıştı herhal. Kendisine "sen insan değilsin, sen orospunun ahlaksızın önde gidenisin" diyen biriyle barışan Hande'ye buradan saygı duyuyorum. Beni sevgilinden gizlemene gerek yok, yalanlarına ortak olurdum söyleseydin.
  • Zaten, benim bir yalanınıza ortak olmamı istiyorsanız, bana söylemeniz yeterli. Hatta bir tek benim için geçerli değil lan bu. Bir insanın yalanınıza ortak olmasını istiyorsanız, yalanınızın ne olduğunu ve işin doğrusunu ona söylemeniz yeterli. Bu yöntemle karşı komşunuzun aileniz evde yokken yediğiniz naneleri gizli tutmasını bile sağlayabilirsiniz.

Facebook mu? Dostlarım evime istediğim saat dönemiyorum, ama bunu facebook listemde dahi ekli olmayan bir insan dediği için yapıyorum. Muhtemelen siz de herkes gibi «e olm bırak gitsin o zaman» diyebilirsiniz; fakat bu da mümkün olmuyor. Bir şekilde tekrar konuşur durumda buluyorum kendimi.



Mesela şöyle düşünün; okulda bir kız öğrenci var, ve bu kız beraber vakit geçirdiği insanlar ile cinsel bir paylaşımda bulunmakta beis görmüyor, bunun karşılığı olarak bir şey beklemiyor. Yani nasıl desem, bu konularda rahat bir insan. Ne olur? Ne olacak, ortamın bütün piçleri abazanları falan bu kızın yanından ayrılmaz, bir şekilde en alakasız insanlar bile muhabbet kurmaya çalışır. Kız da bu durumdan pek de rahatsız olmaz, çünkü isteği dışında gelişen bir olay falan yoktur ortada. Ama bir gün gelir, aynı çevreden olmayan bir başka adam ile iletişimleri kuvvetlenir ve tüm bunlardan bağımsız olarak sevdiği, olumlu duygu ve düşünceler beslediği bu adam bile bir yerden sonra onun bu kaşar muhabbetlerini öğrenince «ehe mehe veriyor olm» tavrına girip kızla duygusal bir paylaşımda bulunmaktan tamamen vazgeçer. Ne de olsa kız beklemiyordur hiç bir şey; «kaşar işte, herkese vermiş bana da versin» modunda takılmak adam için en iyisi olacaktır. İşte o zaman bu kız da bunca yılın üzüntüsünü toptan çeker. Bu adamı hiç de öyle görmemiştir çünkü. Ama bu saatten sonra nereden anlatsın değil mi?

İşte çok sevgili kankalarım yukarıdaki hikayeyi bir de tersten okuyun şimdi. Kız ile oğlan, duygusal ile tensel sözcüklerinin yerlerini değiştirin. Aaa kızlar da bunu yapıyor değil mi?

Evet işte çok sevgili kadın okuyucularım. Ben sizle sadece tensel bir paylaşımda bulunmak isteyip, eğer bunu sağlayabiliyorsam gerisini boşver sadece bu yeter hatta diğerini ben istemiyorum hazır değilim daha yeni sevgilimden ayrıldım çok yorgunum falan dersem ne hissedersiniz? Aynı şeyi siz başka bir alanı sınırlayınca da ben hissediyorum. Ne fark eder ki? Sadece ihtiyaç farklı. Kendinizi daha masum hissetmeyin.

Ya da ne bileyim lan? Ben mi çok duygusal çok feminen ya da romantik junky isyankâr serseri modunda bir insanım, bilemedim dostlar, a dostlar.

Asıl konuya geri dönecek olursam, son zamanlarda mevzu tekrar olumlu yönde gelişmeye başladı. Daha önce de dediğim gibi: Bu kadar acemi ve bu kadar kendini usta sanan insanların hatalar yapması kadar doğal bir şey olamaz. Ve çok sevgili kadın okuyucularım, sözüm sizlere: Hayatınızda bir elin parmakları sayısında insan oldu diye kendinizi olgun falan sanmayın. Erkeklerin skor takıntısı ne kadar boşsa bu da o kadar boş.

Okula gelince, sınavlar falan. Ne diyeyim olm, o konuda bi dolu blog var. He okul çevresinde dönen junk muhabbetleri derseniz; ben en azından şimdilik takılmıyorum. I get a kick out off you diyince bizimki diğer maddeleri rakip belledi. Kadınlar çok acayip lan. Neyi kıskanacakları belli olmuyor.



Hepinizle beraber dev bir joint çevirmek istiyorum.
Boğaziçi Bin Beşyüz 

7 Nisan 2012 Cumartesi

Flörtöz kelimesini hayatta bana sadece bir kişi kulandı.

Tekrardan hoş geldiniz çok sevgili dostlarım, çok dost sevgililerim, ve piç boğaziçililer. Blogumu yeni açan okuyucularım için bunca yıl sonra ilk defa, bir tanıtım yapayım:

Burası yıllardır okulda bulunan, okulun her türlü tayfasını tanıma fırsatı olmuş, ama kendine şu okulda bir tayfa bulamamış kadayıf kıllı kıçlı bir adamın şu hayatta gördüklerini anlatıyor. Belki yıllar sonra bu yıllara ışık tutar falan; ne dersiniz hoş olmaz mı?

Blog'un ilk başından beri bir Hande muhabbeti gidiyordu ara ara. Şimdi de bir yazı dizisine çevirdim olayı, yıllar içinde buraya yazdığım onla ilgili maddeleri alıntılayarak konuyu bir sonuca bağlamak* niyetindeyim. Neden?

Bugüne kadar benim güzel dostlarım, bir dolu insana anlattım burayı. Genellikle aldığım tepki «olm neden öyle düşündün lan çok x sin» şeklinde oldu, ya da kimisi de aptal kelimelere takıldı, buradan benim psikanalizimi yapmaya çalıştı falan. Bunun aksi yönde iki insan davrandı, birine «sen erkek olsan senle kanka olurdum» diğerine «sen kadın olsan senle sevgili olurdum» dedim. (gerçi onlar da burada yazan her şeyin kurgu olduğunu, hayatımın buraya yalnızca malzeme olduğunu hâlâ idrak edemediler ama, en azından sizler gibi yok efendim orada neden kamış dedin de pipet demedin, yok işte çok kabasın çok kırosun falan demediler; harflerin ardındaki ruh halini anlamayı becerdiler; o yüzden de sınıfı geçtiler.)

22.08.2010 Pazar

Hande ile barıştık gibi bir durum var ortada. Yeniden konuşuyoruz. Çok salakça bir şeye trip atmış meğersem zamanında. Dünyanın en dengesiz insanı falan herhalde kendisi. Yine de seviyorum güzel vakit geçirilinebiliniliniyor. Hande'yi biraz da şu yüzden seviyorum: Bugün mezun et okuldan, çok az şeyi değişir hayatında. Boğaziçili Çocuklar oldukları için popüler olan müzik grupları gibi değil.

Her zaman olduğu gibi yine döndük dolaştık aynı durumdayız. Bu haftayı aramız bozuk geçirdik, çünkü yine gayet doğal bir refleks ile, ve buna rağmen son derece usturuplu ve temkinli olarak yaptığım bir hareketi benden vazgeçme sebebi yaptı hanımefendi. Yapsın sıkıntı yok, ben onu yıllardır öyle tanıyorum zaten. Yıllar içerisinde ona söylediklerimi flörtöz boş klişe muhabbetler sanıyordu, günü geldi anladı. Üç sene sonra da bunu anlar.

Güzel vakit geçirebilmek şu hayatta bir insanda aradığım en mühim 10 özellikten biridir. Ve bu gerçekten de tıpkı dokunmak falan gibi ölçülebilir insanî nitelikler ile olmayacak, tamamen elektriksel bir olaydır. (Daha da doğrusu, bunun sebeplerini çözmeye günümüzde uzak olduğumuz için enerji menerji diyip geçiyoruz.) Ama bir insanla Kepler-22b'ye yerleşecek olsam muhtemelen o Hande olurdu; çünkü insan ancak ayda beş basamaklı bir dakika sayısında muhabbet ettiği biri ile 1v1 gezegen hayatı yaşayabilir.

Ayrı gezegene çıkmak.. Çok kozmik, biraz da komik oldu.

Velhasıl güzel dostlarım ve piç boğaziçililer, bu okulda karşıma hiç iyi bir şey çıkmadı galiba. Ama süper insanlar çıktı. Eğer günün birinde «keşke özel üniversiteye gitseydim» demeyecek olursam, o çorbada Hande'nin tuzu büyük olacak.

*İlerleyen yazılarda bu seri devam ediyor olacak. Serinin son yazısı gelince, ya en başa döneceğiz ya da bu konu kapanacak. Bakalım, kısmet. Hayırlısı neyse o olsun; inanın ben de bilmiyorum konuyu nereye bağlamak istediğimi. Bilseydim zamanında bağlardım.



Published with Blogger-droid v2.0.4

6 Nisan 2012 Cuma

07NSY12-2/3

Tekrardan çok merhabalar sevgili gönül dostlarım. Şu hayatta her şeyimi kafama göre anlatabildiğim, içimden geldiği gibi olabildiğim, beni yargılamayan bir tane kadın vardı, o da çeşitli hatalarımız neticesinde beni yargılamaya başladı. Zaman içerisinde bu acemilikleri ikimiz de atar mıyız, yoksa o zaman gelmeden biz mi aşınırız orasını Allah bilir. Ben dua ediyorum o yüzden siz de katılın.


Bir önceki yazımda kullandığım sert lügatım şiddetli tavrım, huzur isteyip ama yine bulamamama neden oldu zannedersem. Olsun arkadaşlar her son bir başlangıçtır bunu unutmayın. Otuz yıllık eşinizden bile ayrılsanız artık onla aranızda yeni bir ilişki başlıyor demektir: Eski eş hukuku. Bildiğimiz teknik anlamdaki hukuk bile böyledir. Medeni hukuk nişan ile başlar, bitmez. Ayrılıklar da sevdaya dahildir dedikleri bu aslında.


Quantum fiziği der ki, evrende birbirleri ile karşılaşan iki atom birbirlerini etkilerler ve bir daha asla eskisi gibi olamazlar.


Bilimsel konuşuyoruz olm burada.


Neyse; nerede kalmıştık?


FX35in ön sağ koltuğuna oturdum ve dediğim gibi, o an kızın bacakları ister istemez ilgimi çekti. Bir yandan da dikkat ettim binerken, kuzenim de ortaya oturmuş arkada. Hehe.


Kız arabanın kapısı bile daha kapanmadan gaza bir yapıştı, o anı görmeniz lazım ama yani. Bu esnada ben arabanın ön panelinde bulunan ekrana bakıyorum bir yandan, sürerken bunu kullanmayın falan yazıyor, kız daha o ekranı bile geçememiş. Herneyse arabanın camları filmli, ama yine de etrafımızdaki arabalar deli gibi bize bakıyor. Yıllardır çözemediğim bit detay da budur. Ben böyle detayları düşünürken bir yandan da kuzen kızla muhabbet ediyor falan. İşte yok efendim kız Antalya'da okuyormuş, çok sıkılmış, bi arkadaşının mekanına gitmiş ama orada da duramamış iyi ki bize denk gelmiş falan. Arada bana da bir iki laf geliyor ama ben tabiî aptal gibi anı yaşayacağıma gecenin planını yapıyorum kafamda. Soru geldikçe de «heh hee», «Boğaziçi evet hıhım.», «aaa?» gibi boş cevaplar veriyorum.


Bu şekilde bir 15 dakika falan yol aldıktan sonra tekrar otoparka geldik. Jipi bırakıp cabrio'yu alacağız falan. Tabiî otoparka girişimiz biraz şaşalı oldu. Fx35'ten in, BMW'ye bin, aracın üstünü aç falan derken güvenlik tayfası bize bakıyor full. (bu arada şimdi yıllar sonra yazarken geldi aklıma: kapalı otoparka az sonra alacağın cabrio arabayı bırakırken üstünü kapatmak tam bir acemi işiymiş lan.) Herneyse bizim kuzen ile kız otoparkın önüne çıktılar bu arada. Kız arkaya iyiydi kuzen önde sağda ben arabayı sürüyorum. Tam gaza yüklendim (maalesef o zamanlar dsc kapatmak falan nedir bilmediğimden patinaj falan yok) derken kız birden atıldı:


-Yauoaa iççek bishee alamash miyssss????

-içecek derken yani? (ben araba kullanıyorum'u düşündüm kuzen ramazan'ı ama ikimiz de bu soruyu sorduk)

-Yhaaa hoayyyiiiirrrr fanta manta diormmmmm


En yakın benzinciye ışınlandık, kuzen bi koşu üç fanta kaptı geldi. Ama bu sefer arkaya, kızın yanına oturdu poç.


Buradan sonrası bir sonraki bölümde, +13 :)


Published with Blogger-droid v2.0.4

3 Nisan 2012 Salı

İnsanları yargılamak için onlardan üstün olmanız lazım.



Disclaimer: Sevgili okuyucularım ve okuyucu sevgililerim; lütfen bu uyarıyı yapmama gerek bırakmayın, blog'un tagline'ına yazdım daha nasıl anlatabilirim ki? Bakın arkadaşlar gerçek hayatta Boğaziçi 1500 diye biri yok. Burada geçen kimse yok. O yüzden gerizekalı sevgililerim, burada beni görüp üzülmeyin, kendinizi görüp sevinmeyin. Olaylar nasıl buraya gayet farklı yansıyorsa tabii ki hisler de farklı yansıyor. Benim buradaki halim sizi sevip de gerçek hayatta sizden soğuyorsam, bu ancak benim hayal dünyama malzeme, junk'ıma meze olmuşsunuz demektir. Buradan bir model olarak yararlanabilirsiniz tabii ki ama, dikkatli olun kurgusal bir karakterden hayatındaki insanı yorumlamak çok da sağlıklı bir zihnin ürünü değil.

Evet değerli arkadaşlar, pek saygın dostlar; bir süre bu Hande muhabbeti sürecek, «aa neden ama ya burası junk bloguydu» falan diye düşünmeyin, benim için aşk zaten neredeyse en ağır madde. Şu hayatta maalesef bir sürü bağımlı insan tanıdım, en umutsuz en kötü durumda olanlar aşk bağılmlılarıydı.

Velhasıl biz nerede kalmıştık falan dahi demeden zarttadanak konuya girelim kafamıza göre:

15.09.2010 Çarşamba

Hande ile sonunda yeniden konuştuk. İyi ki seni ellememişim Hande. Hande, arkasından çok ağır konuştuğu, bana bir gün "dün gece kendisini darladığını" (fazla ayrıntı vermiyorum, hatun okuyucular rahatsız oluyorlarmış) anlattığı manitasıyla barışmış. Herif özürler dilediğinden falan değil. Pırlanta almış adam. Yorumumu sorduğunuda "bir şey demiyorum, sana saygı duyuyorum; çünkü bu konu benim yorum yapabileceğim sınırları aşıyor" dedim.

Dostlarım Hande ile her konu gibi maalesef bu konuda da aynen böyle kalmışız. İşte aşk bu yüzden çok tehlikeli bir olgu. Şu pozisyonda barıştığı için Hande'yi paragöz ya da kaşar ya da ne bileyim kendi geçmişinden korkmak istemiyor, muhtemelen bu barışma sayesinde o gece bir travma olmaktan çıkıyor diye içi acıya acıya da olsa bunu yapıyor falan diye yorumlamıştım. Ama evet, bu son zamanlarımızdan sonra artık çok iyi anlıyorum ve onun için pek de üzülmüyorum. Belki de bu da onun sınavıdır şu hayattaki.

Acı çeken insana bir tekme de ben vuramadım şu hayatta dostlar. Kanlı bıçaklı olduğum insan geldi benden kalacak yer istedi verdim, lisedeyken bizim Nihat'ın bir dönem aşık olduğu kız yıllar sonra benle bir ortamda karşılaşıp o gün tanıştığı arkadaşlarımdan biri ile kaldı. Aradan bir iki hafta geçti kız beni arayıp yardım istedi. «Hamile olabilirim» diye. Biz de (ben ve benden daha junkie olan tek arkadaşım) gel dedik buyur. Kıza yemekler mi yapmadık dışarılarda mı gezdirmedik şimdi yani oraları hiç önemli değil, (hatta o dönem bi kredi kartım vardı, sonra şu hayatta ilk kez «ileride sen çok zengin olursun» lafını kendime söylememe neden olacak pazarlıklar yaptık bankayla) kızın bu durumuyla jerkass sevgilisi ilgilenmemiş olabilir (çirkinliğe bakar mısın yalnız, «git ne şekilde halledeceksen hallet de gel, ben o ortama falan giremem bu olay duyulursa ağzına sıçarım, parası neyse vereyim git aldıracak mısın ne yapacaksan yap» diyor) ailesine bu konuyu açmaya çekinmiş olabilir onun da bir ziyanı yok; bana güvenip de bir tek benden yardım istemiş olabilir ona da eyvallah. Ama bütün bunların sonucunda o insandan biraz olsun saygı bekliyorum dostlarım. Bu tekme vuramama durumu hep hayattan geri kalmama sebep oldu, bir türlü büyüyüp de adam olamadım.  Bir gün bu döngü biter mi bilmiyorum bu insan sevgisi yalanı başıma daha ne işler açacak bilmiyorum. Ben kimseden bir şey beklemediğim gibi her zaman eleştiriye açık bir insan olmaya çalıştım. Benim kimseye yanlışım olmadı mı? Elbette oldu. Hiç mi kötü niyetli düşünmedim? Tabii ki düşündüm. Ama dostlarım, şu insanın tek bir yeri rahat şu hayatta, o da kalbi. Başka hiç bir yerimi hiç bir anlamda doyuramadım, bu yüzden aptal aptal durumlara düştüm, ama gerçekten vicdanım rahat.

Velhasıl arkadaşlar, size bir de nacizane tavsiyede bulunacağım, o da şu: Ruhunuzdaki yaraları kapatmak için madde kullanmayın derler ya hani, onu tam olarak öyle anlamayın. Orada size «mutsuzluktan kaçmak için maddeye başvurmayın» deniyor sadece. Yoksa mutsuz oldunuz egonuz yer ile yeksan oldu diye ne yaparsanız mübah falan değil. Mutsuzluğunuzu gidermek için mutluluğu kovalamanız, arkadaşlarınızla eşinizle dostunuzla acınızı paylaşmanız çok güzel. Ama lütfen bunu başka birini kendinizden daha mutsuz ederek yapmayın. O insan bir şekilde atlatır. Sonradan bulaşmış bir üzüntü kimsede kalıcı olmaz. Ama yaptığınızın faturası ağır olur ve sizin kalbinizden kesilir.

Bugün çok keyifli olamadı idare ediverin..

Bu süreci sizlerle geçirmek istiyorum.

Her zaman söylemişimdir, benim buraya yazı yazabilmem için kafamın bayağı bayağı güzel olması lazım. High olmak yetmez yani; wasted olmam lazım.

Fakat gelin görün ki dostlarım, artık o kadar madde içmediğimden o kadar high olmam mümkün değil sanıyordum. Günler geldi günler geçti ve günün birinde hayatımın çok uzak ve çok derin bir köşesinde, ayrı bir dosya gibi duran, hep içimde «o an acaba şöyle yapsam ne olurdu?» diye bir uktesi mevcut, onla ilgili saçlarının kokusundan tut da hangi gün ne giydiğine, her saniye yüz ifadesinden tut da hangi gün nerede karşılaştığımıza falan gibi tüm detayları aynen hatırladığıma da asla inanmayan kadına: « I get a kick out off you» dedim. (Frank Sinatra şarkısıdır; Jamie Cullum versiyonu da epey şen, oldukça şakrak.)

Şimdi burada birazcık işin teknik kısmına girmek isityorum izin verirseniz. Aşk bir kimya meselesidir diye duymuşsunuzdur. Bu kimyasallardan üçü endorfin, serotonin ve dopamin. Üçü ile de sular seller gibi aşık olabilir insan. Ve bir insan şu hayatta bu neurotransmitterlar ile oynayan bir maddeyi belli bir süre alırsa reseptörleri duruma uyum sağlamak için regüle olurlar. Bu durumda da doğal yollardan mutlu olması için (beyin hiç öyle lisede narkoların okula gelip de konferans halinde anlattıkları gibi «ooh kebap endorfin salgilamasam da olur.»  diye düşünmez.) daha yüksek miktarda salgılanırlar. Kısacası bir junkie aşık olarak da çok güzel kafayı bulabilir.

İlerleyen günlerde Hande ile defalarca buluştuk (hayır öyle bir şey olmadı, yıllar öncesinde kaldı o dosya) konuştuk onu bunu çekiştirdik güzel yemekler yedik falan. Ben bunun bir kaçamak kafası ile olmasına şiddetle karşı çıktım; o ise bir yandan rahat olalım dedi ama bir yandan da kendisi de pek geri kalmadı. Girizgâhı toparlamak gerekirse dostlarım, en son yazıyı onun isteği üzerine yazmıştım, şimdi de bir süre ondan bahsetmeyi planlıyorum. Herneyse:

21.11.2010 Pazar

Hande ile en sonunda oturduk konuştuk. Birbirimizi ellemek için bahaneye ihtiyacımız olmadığına karar verdik. Bundan sonra ne olur bilemem, ama ikimiz için de daha az hayattan geri bıraktırıcı olacağı kesin.

Evet çok sevgili gönül junkie'si dostlarım, Hande ile hâlâ bu düzeydeyiz. Birbirimizi çok iyi anlıyoruz evet ama mevcut durumumuz üzerinde bir değişikliğe yol açmıyor bu anlayış. Evet birbirimize karşı rahat olabiliyoruz; güveniyoruz; kusurlarımızı birbirimizden gizleme ihtiyacı hissetmiyoruz. Fakat işin içine birbirimize karşı sorumluluk ve beklenti girdiğinde, yani çok yakın olduğumuzda işler değişiyor. İkimiz de şu hayatta insanları seven insanlarız. Yargılamak hor görmek tepeden bakmak huyumuz değil. Ama biriyle çok yakın olunca ona da kendine davrandığı gibi davranabiliyor insan. Hande de ben de kendimize karşı ultra-gaddarız. Hal böyle olunca da muhabbet tatsızlaştı.

Bu biraz da aşırı konuşmaktan dolayı oldu zannedersem dostlarım. Hande bir kadın olduğu için vücudu için ya da birinin sevgilisi olduğu için değil de, insan olduğu için, muhabbeti için şevkat ile sevilmeye açtı. Bense yeniden aşık olmaya, türlü türlü salaklıklar yapıp bir kadının yüzünü güldürmeye, derdi olduğunda koşacağım, benim yanımda kendini güvende hissedecek bir kadına hasrettim. Tabii ki bunların dışında da ikimiz için de ortak ve farklı sebeplerimiz oldu, onlar da ilerleyen yazılarda.

Bu kadar aşk yoksunu iki insan yıllar sonra bir araya gelince olay maalesef biraz çölden gelip padişah sofrasına oturmaya döndü. Aklımızca çok dikatli ve tecrübeliydik üstelik. Kurallar yasaklar koyduk, kırmızı çizgiler çektik, hatta sözleşme bile imzaladık. Ama dostlar, o esnada asıl büyük resmi kaçırmışız. Devamı bir sonraki yazıya.

Published with Blogger-droid v2.0.4

13 Ekim 2011 Perşembe

Boğaziçi Üniversitesi Yeni Sezon

Merhabalar tekrardan.
Antalyalı'nın devamını yazıcam, üç bölümlük bir yazı o. Ama bugün araya bi yazı sokasım var.

1. Okulda bazı insanlar kulüp falan kovalayıp, alkol malkol içip bir şekilde büyümek peşindeyken, öte tarafta da yaşlılar var. Yani kendini yaşlandı sananlar. Bunlar -genellikle- okulu uzayanlardan olup tavırlarıyla kendilerini ele verirler.
  • Mevcut ilişkisinden hiç mi hiç memnun olmadığı halde dört çocuklu bir anne gibi ayrılmayı ihtimal haline getirmemek bunun spesifik bir yansımasıdır mesela.
  • Ya da okulla beraber bir iş yerine girilmişse o da yine yaşlı üniversiteli işaretidir.
  • Taşoda falan gibi aktivitelere 21:00 gibi katılıp 23:00 gibi ayrılan, giyimleri ile yetişkin görünümü sergileyen grup üniversiteli yaşlılardır.
aklıma gelmişken bunu bir yazının başına koyayım dedim.

Varan iki: Okul açıldı. (açılalı baya da bi oldu aslında, üçüncü haftadayız) Yeni kuşak çok şahane ama aralarında kendime yer bulamadığımdan bu sene uzak olacağım Hisarüstü maceralarına gibi duruyor. Gerçi belli de olmaz, bakarsınız yarın eve çıkmışım ya da araba almışım falan.

Geçen gün Güney'de kantine gittim ve çok üzüldüm. Güzelim sosyete kantin yalan olmuş. Gelen giden insanlar ise aynı tabii ki. Bakalım, inşaatlar bitince bakarsın güzel olur yeniden cıvıl cıvıl olur.

3. Ben bir kadına nasıl yaklaşacağımı unuttum. Gerçekten, bir ilişkim olmayalı o kadar çok zaman oldu ve ben o zamanı kadınlardan o kadar uzak geçirdim ki onların ne hoşuna gider, neyden rahatsız olurlar bilmiyorum. Bazen çok iyi bir tepki bekleyerek bir şey söylüyorum, çok kötü tepki geliyor falan. Bunu da aslında bir disclaimer olarak yazıyorum. Bu blog'un asla bir rating kaygısı yok, hele hele ekmek kavgası hiç yok arkadaşlar.

4. Bana nasıl yaklaşacağını bilmeyen bir kadın var şimdilerde. Ondan size iyi bir şekilde bahsetmeyi çok isterdim, ama dediğim gibi bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Umarım bunun sonu da adaşı olan Fransız gibi olmaz. Taksim'e zorla götürüldüğüm ve dayanabilmek için kendimi alkole verdiğim bir gecenin sonunda wasted olup, sabah kalkınca bir tur daha wasted olmamla sonuçlanmıştı onla ilişkimiz. İyi ki Boğaziçinde mdma tayfası yok pek demiştim.

5. Bu kadın benle görüşmek istediğini söylemesine rağmen ona inanmıyorum. Çünkü eskiden görüşüyorduk ve o zaman böyle uzun uzadıya uğraşıp da buluşmuyorduk. Boş anımı yakalıyordu ve geliyordu. Benimle görüşmek için -maalesef- bunu yapması lazım bir insanın. Boş anını yakala ve çök. Teknik budur. Alo neredesin? Geliyorum OK.

6. Bir insanın en çok övebileceğim özelliklerinden biri vefa, ikincisi ise ona karşı olduğum gibi davranabilmemdir. Bu kadın da hiç jankilik yapmamasına rağmen inanılmaz içli dışlı olan biri. Neyin ne olup ne olmadığını bildiği için ona karşı açık davranabiliyorum. Yani bir gay'in gay olduğunu bilen birisinin yanında kendini rahat hissedebilmesi gibi. Maalesef bizler gayler gibi insan sayılmaktan bir elli yıl falan gerideyiz en azından.

7. Yalnız bir de eski sevgilisi var bu kadının ki sormayın gitsin. Benim o kadar belalım olsa ne yapardım hiç bilmiyorum dostlar, a dostlar.

Yoğun istek üzerine konu dışına çıkmak zorunda kaldığım bir başka yazı olduysa özür dilerim. Bu aralar ne behlüle ulaşabiliyorum ne birine. Haftaya falan düzelir, yazarım yine jpegli yazılar.
Hadi Hepinizi Öptüm.