9 Kasım 2010 Salı

Bu nasıl bir hafta sonu...


Hisarüstü'nde hayat, beklediğimin aksine, aynen beklediğim gibi. Bu, şu demek oluyor: Hani insan der ya kendine, "üniversitede hayat hiç de öyle beklediğim gibi olmayacak, dersler şunlar bunlar" diye, o yanlış çıktı. Gayet de eğleniyorum tamamen. Belki de hatam, hisarüstü'nde yaşamaya geç başlamak bu durumda. Çünkü derslerden gerçekten geri kalıyorum. Eğlenirken içimde hep geçen seneki ev arkadaşım gibi, normal öğretim süresi boyunca tamamen takılıp, sonra okulun uzamış kısımlarında okumaya başlamak korkusu var.


Bu haftasonu çok geç başladı. Hafta sonunu başlatmak için gerekli olduğunu düşündüğümüz malzemeler zaten oldukça eksikti, onları kısmen de olsa tamamlamam pazar akşamını buldu. Ben de bu yüzden hafta sonunu çarşamba akşamına kadar uzatma kararı aldım. Perşembe sabahı dokuzda sınavım var bu arada, ama o sınava da geçen hafta sonlarından birinde hem eğlenip hem de işe gittiğim gibi çalışmayı planlıyorum.

Neyse, hayattan ne biçim de geri kaldığımı falan yazacak değilim. İyi kötü yürüyor işler. ÖSS'ye girmeden önce konuları bitirmeyen ben, okulu bitirmeden önce işe girerim zaten, merak etmeyiniz dostlar..


  • Hafta sonunun ilk akşamı olan pazar akşamında, sürekli görüştüğüm kankam Ersin ile beraber Taksim'e gitmiştik, ufak bir iş için. Orada iş uzayınca ben de sıkılıp Kadıköy'deki bin beş yüz puanlık günlerimden kalma bir hatun olan Betül ile buluştum. Beklediğimin aksine, hatun bize gelmek için acayip derecede ısrarcı olunca kabul etmek zorunda kaldım. Bir çift kaba meme uğruna Taksim'de bira içmiş olmak beni çok yordu dostlarım. Adeta alkol perişanlığı yaşayan bir cumartesi akşamı 110u yolcusu gibiydim. Ancak daha sonra eve geldiğimizde işler iyice yoğunlaştı, hem de negatif anlamda. Birbirlerinden gizli, birbirleri hakkında, o sırada mutfakta bulunan bana mesaj atan iki kızı birden bu bünye pek de kaldıramadı. Bir de bunlardan bir tanesi -hayatta ilk kez başıma gelen bir olaydır bu arada- beni kaldırmaya çalışıyor olunca, hem bi' hoşuma gitti, hem de bi' yabancılaştım. Orada kararımı verdim dostlarım, İngilizce bilmeyen en fazla bir insan olabilir hayatımda. O slot da dolu. Biliyorum, çok Boğaziçilice bir yaklaşım, ama elimde değil.
  • Emre ve Ötesi tayfasıyla aslında bu hafta sonu vakit geçirmek üzere sözleşmiştik, ancak onlara istediklerini sunabilmek için kendimi hazır hissetmem çok zaman aldığı için yetişmedi. Bu durumun sebebi ise ay sonuna yeterli parayı ayırmamış olmam ne yazık ki. Daha önce de çok bahsettim, ek gelir kaynakları yaratıp ekonomimi düzeltmem lazım. Öbür türlü, özellikle de Hisarüstü'nde hayat çok zor. İnsanlara istedikleri şeyleri sunmadıkça, benim gibi Beşirlere kendini sevdirme şansı da çok yok hani. Behlül iseniz işler değişiyor mudur, sanmıyorum.

  • Çünkü Behlülcesine davranan insanlar inanın çok fazlalar burada. Bol bol görebiliyorsunuz. Kilyos'tan çocukluklarını bildiğiniz adamların şimdiki yalandan cool'luklarına bakınca, Behlül olmanın ancak dizilerde gerçekten başarılı olabileceğini anlıyorsunuz. Okula file çorap ile gelmeyi adet haline getirmiş, Erol Köse'nin başyapıtlarından biri olan Gülşen'e benzeyen, Gülşah adında bir arkadaş var mesela buralarda. Kızda resmen "cool gözükmeye çalışma" virüsü var. Yani onla bir süre beraber takılan, cool gözükmeye çalışır oluyor. Ve Gülşah'ın cool gözükmeye çalışmasından daha başarısız duruyor. Bir virüs bu çünkü, yıllarca onla yaşayınca daha sağlıklı görünüyorsunuz.
    • Gülşah'ı aslında birkaç gün öncesine kadar çok güzel buluyordum, ta ki İdil'in olmamış bir versiyonu olduğunu ve ıssız ada teorisini fark edene kadar. Bu noktada İdil'den de kısaca bahsetmem gerekiyor: Kendisi şu okulda kıskanıldığım ilk insan olduğu için gurur duyduğum biri. O derece kaliteli bir insan yani. Şu dakika gelsin, en yakın nöbetçi kuyumcudan yüzüğü alıp takarım, o düzeyde bayılıyorum.
    • Issız ada teorisi ise şu: Gülşah, İdil, ve o tayfadan birkaç kızı daha alıp bir ıssız adaya koysak, yanlarına istedikleri yiyecek vb. malzemeyi ve cımbız vb. tüm bakım malzemelerini versek, ancak hiç kozmetik malzemesi vermesek ve eskiyen kıyafetlerinin yerine yenilerini kendileri yapmaları gerekse; bir taksi bagajı kapağı gibi file ile kaplı bacaklara sahip Gülşah, o adaya en güzel girip en çirkin çıkar.
  • İngilizce bilmeyen sevgilim ise iyice unuttu beni, unutturdu kendini. Onu çok özlüyorum. Bayram diyip seyran diyip bir şekilde öpmem lazım.
  • Arkası gelince eklerim dostlarım, hafta sonu olanca hızıyla sürüyor zaten. Operalar beni bekler, beni sever.


Hisarüstündeki odamın kapısında, her giren kız için bir tick attığım bir köşe var. (Bundan onlara da bahsediyorum, amaç sadece hayatı yakalamak sakkın ola ki yanlış anlamayın)

Bu hafta iki tick birden attım.
Boğaziçi Bin Beşyüz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder