13 Ekim 2011 Perşembe

Boğaziçi Üniversitesi Yeni Sezon

Merhabalar tekrardan.
Antalyalı'nın devamını yazıcam, üç bölümlük bir yazı o. Ama bugün araya bi yazı sokasım var.

1. Okulda bazı insanlar kulüp falan kovalayıp, alkol malkol içip bir şekilde büyümek peşindeyken, öte tarafta da yaşlılar var. Yani kendini yaşlandı sananlar. Bunlar -genellikle- okulu uzayanlardan olup tavırlarıyla kendilerini ele verirler.
  • Mevcut ilişkisinden hiç mi hiç memnun olmadığı halde dört çocuklu bir anne gibi ayrılmayı ihtimal haline getirmemek bunun spesifik bir yansımasıdır mesela.
  • Ya da okulla beraber bir iş yerine girilmişse o da yine yaşlı üniversiteli işaretidir.
  • Taşoda falan gibi aktivitelere 21:00 gibi katılıp 23:00 gibi ayrılan, giyimleri ile yetişkin görünümü sergileyen grup üniversiteli yaşlılardır.
aklıma gelmişken bunu bir yazının başına koyayım dedim.

Varan iki: Okul açıldı. (açılalı baya da bi oldu aslında, üçüncü haftadayız) Yeni kuşak çok şahane ama aralarında kendime yer bulamadığımdan bu sene uzak olacağım Hisarüstü maceralarına gibi duruyor. Gerçi belli de olmaz, bakarsınız yarın eve çıkmışım ya da araba almışım falan.

Geçen gün Güney'de kantine gittim ve çok üzüldüm. Güzelim sosyete kantin yalan olmuş. Gelen giden insanlar ise aynı tabii ki. Bakalım, inşaatlar bitince bakarsın güzel olur yeniden cıvıl cıvıl olur.

3. Ben bir kadına nasıl yaklaşacağımı unuttum. Gerçekten, bir ilişkim olmayalı o kadar çok zaman oldu ve ben o zamanı kadınlardan o kadar uzak geçirdim ki onların ne hoşuna gider, neyden rahatsız olurlar bilmiyorum. Bazen çok iyi bir tepki bekleyerek bir şey söylüyorum, çok kötü tepki geliyor falan. Bunu da aslında bir disclaimer olarak yazıyorum. Bu blog'un asla bir rating kaygısı yok, hele hele ekmek kavgası hiç yok arkadaşlar.

4. Bana nasıl yaklaşacağını bilmeyen bir kadın var şimdilerde. Ondan size iyi bir şekilde bahsetmeyi çok isterdim, ama dediğim gibi bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Umarım bunun sonu da adaşı olan Fransız gibi olmaz. Taksim'e zorla götürüldüğüm ve dayanabilmek için kendimi alkole verdiğim bir gecenin sonunda wasted olup, sabah kalkınca bir tur daha wasted olmamla sonuçlanmıştı onla ilişkimiz. İyi ki Boğaziçinde mdma tayfası yok pek demiştim.

5. Bu kadın benle görüşmek istediğini söylemesine rağmen ona inanmıyorum. Çünkü eskiden görüşüyorduk ve o zaman böyle uzun uzadıya uğraşıp da buluşmuyorduk. Boş anımı yakalıyordu ve geliyordu. Benimle görüşmek için -maalesef- bunu yapması lazım bir insanın. Boş anını yakala ve çök. Teknik budur. Alo neredesin? Geliyorum OK.

6. Bir insanın en çok övebileceğim özelliklerinden biri vefa, ikincisi ise ona karşı olduğum gibi davranabilmemdir. Bu kadın da hiç jankilik yapmamasına rağmen inanılmaz içli dışlı olan biri. Neyin ne olup ne olmadığını bildiği için ona karşı açık davranabiliyorum. Yani bir gay'in gay olduğunu bilen birisinin yanında kendini rahat hissedebilmesi gibi. Maalesef bizler gayler gibi insan sayılmaktan bir elli yıl falan gerideyiz en azından.

7. Yalnız bir de eski sevgilisi var bu kadının ki sormayın gitsin. Benim o kadar belalım olsa ne yapardım hiç bilmiyorum dostlar, a dostlar.

Yoğun istek üzerine konu dışına çıkmak zorunda kaldığım bir başka yazı olduysa özür dilerim. Bu aralar ne behlüle ulaşabiliyorum ne birine. Haftaya falan düzelir, yazarım yine jpegli yazılar.
Hadi Hepinizi Öptüm.


29 Eylül 2011 Perşembe

07nsy13

Merhabalar.

Bu olayı bana başka biri anlatsaydı inanmazdım. O yüzden inanmazsanız bir şey diyemem dostlar, a dostlar, gönül dolusu dostlar.

Sene 2009.
Yer Üsküdar. Bildiğin.
Bostancı'da arkadaşlarla lunaparka gitmişiz, hayatımda ilk defa cabriolet araba kullanıyorum. Dönüş yolu, saat 22:30 civarları.
Yokuş aşağı gidiyorum sol şeritten tatlı tatlı, yanımdan son derece yüksek bir hızla, ve EHİHİHİİHİİİİ diye açık camdan bağıran bir sürücünün yönettiği, belirttiğim plakalı Infiniti fx35, yani şundan geçti:


Ben tabii daha önce başka araçlar falan kullanmışlığım olduğundan, şehir içinde gazlama olaylarına falan o dönem de aşinayım. Herhalde bendeki arabayı gördü, yarışmak istiyor diye düşündüm. Ancak NSY13 sağımdan geçtiği gibi frene asıldı, ledli stopları yandı, büyülendim, ve geçtim tekrar onu.

Dedim kesin yarışmak istiyor, oyun yapıyor terbiyesiz.

(O sırada Infiniti denen markayı bilmiyorum, logosunun benzerliği nedeniyle Chery sanıyorum. Bu Çin jipleri güzelmiş lan dedim kendi kendime)

Arabada sağımda oturan kuzenim "Olm arabayı süren kız, bayağı da güzel bir kız, ve bize bakıp çığlık atıyor ikidir" dedi. Dedim kesin yarışmak istiyor. Arabama da güveniyorum hani, vitesi manuel moda alıp soldan yapıştırıp geçtim tekrardan. Bu sırada arabayı bırakacağım otoparka doğru yol alıyoruz. İlerideki ışıklardan iki kez sola döneceğim, bi 100 metre kadar ileride sağda otopark var. Eve gelmek üzereyiz yani.

Olayı yarış olarak algıladığımızda benim kazanmış olmama yetecek kadar fark açtığımda tekrardan yavaşladım. Sağımdan yine geçti beni, bu sefer ben de göz göze geldim kızla. OHA dedim, gerçekten hayatımda dokunduğum -genelgeçer normlara göre, yoksa ben biraz balık etli hatun severim- en güzel kızdı. O sırada daha dokunmamıştım ve dokunacağımı da hayatta tahmin etmezdim tabii hehe :)

Beni geçtikten sonra arkasından çok yavaş bir şekilde devam ettim. Bekliyorum ki gözden kaybolsun, ben de geceme devam edeyim kaldığım yerden, eve gideyim falan. Zaten dediğim gibi, arabayı ilk defa almışım ve evdekiler bu yüzden "neredesin" aramalarına birazdan başlayacaklar belli ki.

NSY13, ileride benim döneceğim ışıklardan döndü. Onun için yolumu değiştirecek değildim.


Işıklara geldiğimde sağda duruyordu. Yol iki şeritli olduğundan ben de soluna geçtim doğal olarak. Seslendi:

-N'apıyosunuz?
Dedim 1500, dur bakalım ne çıkacak bir bakalım. Cabriolet dünyası böyledir bakarsın. Ortalama bir cevap ver, konu nereye giderse.
-Hiç, öyle dolaşıyoruz. Sen?
-Ben de dolaşıyorum öyle. Kafam bozuk. Ama yaaaniii been de o arabaayla dolaşmak istiyoruuumm (kız çok ağır tiki aksanıyla konuşuyor bu arada.)
Başından beri söylemedim, tam olarak şu sahnede söylemek için. Bendeki araç şu dostlarım:
Evet evet, bildiğin adıyla sanıyla BMW Cabrio


O an kafamda tarttım konuyu, dedim ne olabilir ki en fazla? Ya arabayı çalarlar bu bir şebekedir, ya da böbrekleri çalarlar, bu bir şebekedir. Arabayı sağlama almam lazım, böbrekleri riske edebilirim böyle bir şans için dedim.

-Olur, ama önce senin arabanla dolaşıcaz.
-E nasıl olucaak nereye bırakıcaaz?
-İleride otopark var, ben hep oraya bırakıyorum zaten. Oraya bırakırız senin arabaya geçeriz, sonra seninkini bırakır buna geçeriz.
-Tamaaam.

Evet ilk çemçüklüğümü, ilk aytekliğimi, ilk umut sarıkayalığımı burada yapmıştım biliyorum. Ama kız evet demişti işte. Ayrıca araba da daha yeni alınmıştı lan, otopark üyeliği bile yoktu. Gece boyunca otoparka her giriş çıkışımızda para ödedim.

Otoparka girdim, arabayı daha sonradan her zamanki yerimiz olacak olan yere bıraktım. NSY13 kapıda bekliyordu. Kuzenim arka koltuğa geçmişti ve ön koltuk boştu. Arkaya oturmam olmazdı yani.

Oturdum, ve hayatımda gördüğüm ilk 10'a girebilecek olan o bacakları gördüm. NSY, mini etek giymişti.

Devamı sonra dostlar, a dostlar, gönül dolusu dostlar.

Teaser: Ramazanın ilk gününde de bira içilmez ki? Fanta içilir ama.

27 Eylül 2011 Salı

Hayatta Kalmak ya da Hayattan Keyif Almak

Merhabalar sevgili okuyucularım. Sizlerden uzak kalmak inanın bana da çok zor geliyor. İnsan içindekileri kaleme aldıkça aslında kimseyle yakalayamayacağı bir iletişimi kendi içinde kurmuş oluyor. Yani değme terapistlere gitsem şurada yaşadığımı yaşayamazdım. Bu yüzden sizlere çok teşekkür ederim.



Boğaziçi'ni kazanamayacağım ukte okul olarak tercih listesinin en üstüne yazmamdan, ve sonra sürpriz bir şekilde kazandığımı görünce öğrenci işlerini arayıp "Merhaba ben kazanmışım sizin okulu hiç beklemiyordum o yüzden de gelip içini falan gezmemiştim hiç. Şimdi gelsem orada mısınız?" diye sorup "Buradayız gel" cevabını almamdan beri  yıllar geçti. Geçen bu yıllar bende birşeyleri değiştirdi mi, değiştirdiyse de bu değişiklikler bana yaradı mı bilmiyorum. Ama şurası kesin ki çok insan tanıdım.

Envai çeşit hocasından tutun da dönem dönem öğrencisine kantincisinden börekçisine yığınla insan gördüm şu okulda. Boğaziçili olmadığı halde Hisarüstünden çıkmayanlar, tırt bölüme girip 4.0 ortalama yapıp sağlam bölüme geçiş yapma fantazisini gerçek kılabilen insanlar, aylık x lira geliri olan ailenin çocuğuna "senin ihtiyacın yok" diye burs verilmezken 3x lira bireysel burs geliri olanlar, Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde dershanecilik sektörünün parlak paralarını görüp "ulan ben bu işi kıvırırım" diye ÖSS'ye girmeden evvel anlaşma yapıp sınavda derece çıkarınca araba falan alan bireysel girişimci profesyonel öğrenciler (kendisinin lakabı prof'tu zaten kilyosta bilenler bilir) var mesela.



Ya da babası Türkiye'nin en önemli şirketlerinden birinin genel müdürü olup, elindeki avucundaki paranın haddi hesabı olmayan, ama nasıl bir yalansa "babamdan para almıyorum ben gider yaptım çok delikanlıyım" yalanını arkadaşlarına yedirebilmiş yavşak da var bu okulda, geldiği ilk sene bir kulübe çöküp şimdi istediğine iş yaptırıp istediğine iş yaptırmayan da var. Komünistlere ise hiç girmiyorum, "senin malın bizim malımız, benim malım benim malım" kafasında insanlar var. Gerçi sonradan öğrendim, onlar komünistler arasında da saygı görmüyorlarmış meğersem. Meğersem benim tanıdığım solcular yavşak oldukları için ben tüm solcuları yavşak sanıyormuşum. Halbuki puşt her siyasi görüşte puşt. Neyse konumuzdan ve konumumuzdan sapmayalım.


Son birkaç gündür tatildeyim. Tatil demek benim için bir anlamda detox demek. Çünkü normalde detox yapmaya kalktığım zaman her yerde sorun yaşıyorum. Detox demek de recreational demek. O da yazı demek. O yüzden yazıyorum zaten bu yazıyı :)

Boğaziçinde gördüğüm onca insana rağmen bir tanesi var ki işte onu diğerlerinden ayırırım. Adı Gizem. Tarih bölümünde okuyor. Zaten Boğaziçi'nin Tarih bölümünden de kalitesiz insan çıktığını görmedim.
Bir insanı şu hayatta kaliteli yapan şey, bence, ona karşı bir maske takınmak ihtiyacı hissetmemem, kendim olabilmemdir. Bütün iyiliğimi kötülüğümü çirkinliğimi tatsızlığımı ve bayıcılığımı hiç gizlemeden ilişki kurabiliyorsam o insanla, o insan olgundur. Gizem de böyle. İlk tanıştığımızda muhabbetimiz "bana yalan söylemeyi öğret, ben yalan söyleyemiyorum" demesiyle kurulmuştu. Ne olduysa, kendisine hiç yalan söylemedim. Çünkü beni hiç yalan söylemek zorunda bırakmadı. Bence hayatta aldatan insanlar diye bir kategori olmadığı gibi yalan söyleyen insanlar da yoktur. Yalan söylenen insanlar vardır. (maalesef ben de onlardan biriyim lan)

Gizemi size nasıl anlatabilriim bilmiyorum ama eğer bir kızım olsaydı Gizem gibi olmasını isterdim diyebilirim. Şimdi bunu açıklamak evet çok zor ama ille de isteyenler oldu ben de yazıyorum işte.

Grow yapmayın. Yasaktır.

Şöyle düşünün, bu kız hayatta cigo falan içmez. Post-modern jankilerden biridir ve terapistlerin yönlendirmeleriyle serotonin bombardımanı yaratan maddeler kullanır. Ama ben dün öğrendim ki bu kız grow yapmış bir dönem. Evet bildiğin grow. Çünkü ailesinde birinin cigo gerektiren bir rahatsızlığı var ve güzel ülkemde cigo ilaç olarak kullanılamıyor. Salak saçma ilaçların bini bir para, ama onlardan çok daha mantıklı ve çok daha zararsız olan cigo, yasak. Şimdi burada medikal cigo avukatlığı yapacak değilim, isteyen açsın wikiden baksın ne faydası varmış ne hastalıklara iyi geliyormuş diye. Ama şu kadarını söyleyeyim, benim annemde de vitreus dekupajı denen çok nadir bir rahatsızlık var gözle ilgili. (Daha önce Turgut Özal'da olmuş bir rahatsızlık, acaba o cigo içmiş midir hehehe) Eğer Amerika'da olsaydı, doktora gittiğinde doktor ona direkt olarak cigo yazacaktı. O rahatsızlığın tıp dünyasında kabul görmüş çaresi cigo yani.

Son seksen yıldır dünyada yaratılan "kenevir ve afyon kötüdür ve bütün kötülüklerin ana-babasıdır" yalanına tamamen inandığı (konuyla ilgili olanlarımız hariç hepimiz gibi yani) ve hayatında bir kez olsun denemediği halde  ailesindeki bir insana derman olsun diye grow yapan insana da ben saygı duyarım.

Tabii şimdi her şeyi de burada yazmak zor, ben bu kızı şu yüzden beğeniyorum şurasını beğeniyorum yazsam "olm kız kovalamalı çok blog var biz burayı onun için mi okuyoruz" diyeceksiniz sevgili eşşolusu okuyucularım. O yüzden mecbur bu tarafından ele aldım konuyu.

Dersler başlamak üzere, çok çeşit insan var okulda. Değerli olanları bulunca kaçırmayın.
Hepinizi saygıyla kucaklıyorum.
Boğaziçi Bin Beşyüz

25 Eylül 2011 Pazar

Akasya Durağı Duygu

Beyler Akasya Durağı'ndaki Duygu karakterini oynayan kıjın ve vodafone reklamındaki Ayşe Yılmaz'ın gerçek hayattaki adlarını çılgın gibi merak ediyorum. Faceten falan darlayasım var evet.

Tatile çıktım. Okul başlayacak gerçi yarın zannedersem ama ilk hafta bir şey olmaz.
İşe giderken fixsiz gidemediğim için mecbur kalıyorum substance abuse etmeye. O yüzden de tolerans oluyor. O zaman da uzun süre güzel yazı göremiyorsunuz. (toleransın üzerine çıkmadıkça)

Tatilde detox yapıyorum. Birkaç güne kadar bozarım detoxu tabii. Sağlam bir yazı bekleyin o yüzden.

Bu arada evet blogu full jank muhabbeti sardı farkındayım. Ne yapayım, sex sells'ten yararlanamıyorum, elimde bu var bununla rating almaya çalışıyorum.
Hayatı irdelememi bekleyen ve bir de irdeleyişimi beğenmeyen varsa kendine blog açsın. Ben gerçek hayatta kendi adımla zaten yeterince anlatamadığım için, hayatımda gerçekten önemli bir yer kaplayan muhabbetleri kimseyle paylaşamadığım için anlatıyorum burada.

Kendini saklamak zorunda olan bir eşcinselin rumuz ile yazılar yazması gibi bir şey burası. Kürtleri, türbanlıları, eşcinselleri ve bilimum sıradışıyı bağrına basmaya bayılan yavşak boğaziçililer bir gün gelip de junkie'lere de insan gibi davranmaya başlarlarsa ben de başka konulara eğilirim.

Hadi öpüyorum hepinizi. Omurgam ağrıyor mnskym.
Bo Bi Be

16 Eylül 2011 Cuma

Şimdiki Çiciklir Hip İzmirli

Mirhibilir sivgili ikiyicilirim. Bigin İzmir iğiziyli kinişiciğim. Givrik yirim biyiz yirim kizliri çik sivirim.

hahaha neyse
kısaca anlatayım sonrasında ne olduğunu, sezon yeniden açılınca gelişmeleri aktarırım zaten.

İrem'le Halil sonradan ne oldu bilmiyorum. Çok da merak etmedim aslında lan.
Halil'den daha iyi cigo yapmayı öğrendim maalesef. İnternetten tutorial okunarak bir yerlere gelinebiliyormuş meğersem.
Halil bu arada geçen hafta geldi darladı beni. Vay efendim ben kendim bulamıyorum sen buluyosundur bana da bul gibilerinden. Bulmadım tabii ki de. Adam gibi sorsaydım söylerdim. Default olarak söylenmediğinden boğaziçinde, adam sormadı bile.
Gülşah mezun oldu. Update beklemeyin.
Beni kaşarlayan çocukla (Burak) hala arada görüşüyoruz. Bir ara paso görüşüyorduk, baktım boku çıkıyor ablasına anlattım durumu. Bak dedim kardeşin benle takılıp takılıp duruyo sonra 1500 bana yazdı olmadı kardeşimi serseri yapıyo şimdi diye gelme bana. Bunun üzerine Burak bir süre görüşmedi benle. Tabii sonra dayanamadı piç. Ehehe

Hidi yini yizirim
Biğiziçi Bin Bişyiz

9 Eylül 2011 Cuma

Boğaziçi Üniversitesi 2011 Girişliler

Merhabalar genşler, madem google kazan ekşi sözlük kepçe; götündeki kılları kadayıf olmuş okulunu bitirmesine daha bilemediği bir süre olan 2007 girişli  bir kaşar abinizden size belki üç-beş tavsiye düşer.

Öncelikle hoş geldiniz okula. Hepiniz kırkbir faklı triptesiniz biliyorum, öğrenebileceğiniz ne varsa öğrenmek istiyorsunuz. Buradan öğrenecekleriniz annelerinizin babalarınızın onaylayacağı şeyler değil. Hocalarınızın makul göreceği türden şeyler değil. Evet böyle yasaklı işlere de ayrı bi bayılıyosunuz, üniversitede kızlar teklif etmese de bakarsın Güney kampüs bir nevi Amsterdam olur üç beş joint içeriz; dizilerde görüp duruyorduk gerçeğinin tadına bakarız diyorsanız bari biraz dikkatli olun, milletin mezesi olun olmasına ama Kilyoslu taş kadın*lar gibi kukuyu popoyu kaybetmeyin diye yazıyorum bunları.

*Boğaziçinde, hücrelerinde Y kromozomu olmayan herşeye kadın denir.



Kayıtlar nasıl oluyor prof geçilebilir mi falan onları internetten araştırıyorsunuz zaten. Dediğim gibi, benim alanım farklı. Temiz çocuk olmaya geldiyseniz okula takılmayın bu blogda. Okulu bitiremesem de olur ama bitireyim lan diyenler iyi dinlesin:



1- Ailenizle görüşme sıkıntınız falan olmadan alkol içeceksiniz. Ayarını iyi tutturun yoksa sonra çok pişman olabilirsiniz.

Evet bunu ben bile yaptım ilk senemde, lise yıllarımda doya doya içme şansım olmuş olmasına rağmen.
Boğaziçi'nin resmi maddesi, maalesef ülke genelinde olduğunun sanıldığı gibi -anadoludaki üniversitelerde pek de öyle değil conlorem benim- alkol'dür. Alkol okulda kulüpler başta olmak üzere her tarafta içilir. Eh, lisede sıkı çalıştınız Türkiye'nin en iyi üniversitesini kazandınız. Ailenizden uzaksınız, ve hayatınızın geri kalanında, hayatınızın önceki kısımlarında sevişmiş olmanızın sizin için bir dezavantajdan çok avantaj olacağını düşünüyorsunuz. Bunun da katalizörü hakikaten alkol. Alkolü hiiiiç sevmem ama bu özelliğini de reddedemem. Neyse, sevişme olayından ben çok anlamıyorum o konuyu da bilenlerine danışın. Ben size alkolün maddesel özellikleriyle ilgili birkaç tavsiyede bulunayım:


  • Hangi cins içki ile başladıysanız onunla devam edin. Biradan başlayan bira içsin rakıdan başlayan rakı içsin yani gecenin sonuna kadar. Aptala açıklar gibi açıklamamalıydım sanırım.
  • Ne kadar içeceğinize içmeye başlamadan önce karar verin. İstediğiniz kadar rahat olun isterseniz oturup bi büyük rakı içeceğim diyin ama asla x miktar içki içtikten sonra "daha da içeyim" demeyin. Ya da diyin de işte, sonra kukuyu popoyu kaybedebilirsiniz o yüzden diyorum.
  • Aslında yurtlarda içki serbest, ama adam gibi içene. Poposuyla içene yasak sadece. Nasıl mı anlıyorlar peki? Gayet basit. Kağıt üzerinde yasak yurtlar genelinde, ama kolay kolay arama tarama yapmıyorlar, yaparlarsa da çok derin yapmıyorlar, yaparlarsa da patlatmıyorlar. Eh, ama siz mal gibi içip içip kusunca da kendi kendinizi yakmış oluyorsunuz ve o zaman da o yasaklar uygulanabiliyor. Genellikle yurt müdüründen yurt müdürüne bu konuda da esneklikler söz konusu. Ama genel olarak inanılmaz başarılı bulduğum bir mantık. Yasak olsun, ama kaşınmayana uygulamayalım. Aslında Boğaziçi alkol konusunda harm reduction felsefesini yakalamış lan.
  • Bira, her koşulda herkes için standart bir içkidir. Kıymetini bilin. Ekstra içelim cart curt demeyin boşu boşuna. Hakkaten alkolik olmadıkça düz bira yeterli.
  • Düzenli içmeyin. Her akşam içmeyin. Alkolik öyle olunuyor. Her akşam saat 8'de bir bira içen adam alkolik olur bir süre sonra. Ve inanın bana, alkol bağımlılık bakımından en kötü maddelerden biri. Size öğretilenlerin aksine duyduğunuz ya da duymadığınız maddelerden daha zor bırakılıyor ve withdrawal* süreci inanılmaz zor. (*: bunu merak eden google'lasın açıklaması zor. tıbbi bir terim. çekilme diye de geçer Türkçe kaynaklarda)
  • Daha fazla içmek daha fazla prim yapabiliyor, özellikle hazırlık yılında. Ama siz biraz kaşar olun ve daha fazla içerek değil de ne bileyim, içki kültürünüzü arttırarak falan prim yapın. Bu konuda çok başarılı çocuklar gördüm. Erkekler özellikle size tavsiyemdir.
  • Eğer aşırı içip de ciddi sorun yaşarsanız yardım almaktan çekinmeyin ve gecikmeyin de. Atlayın taksiye dönün yurda. Genellikle -ilk kez oluyorsa- bir şeyler yaparlar ve ailenize haber vermezler. Sağda solda kusup sızıp kalmayın, sonra hiç beklemediğiniz sabahlarla karşılaşabiliyorsunuz.
  • La Liberta içki içmek için gidebileceğiniz en güzel yerlerden biri. Biliyorum Anadolu'nun bağrındaki Anadolu Liselerinden geldiniz ve Taksim sizi çok çekiyor. Ama inanın bana en güzel ortam en güzel prim en güzel camia Hisarüstünde. Millet Hisarüstü'ne takılamadığı için, Boğaziçili olamadığı için takılıyor Taksime.
  • Hisarüstündeki tekeller eğer düzenli müşterileri olursanız bardaktır çanaktır açacaktır böyle eşantiyonlar verebiliyorlar ve ellerinde bol bol mevcut oluyor. Buradaki kilit nokta hep aynı yerden alışveriş yapmak. Seçin bir tanesini hep oradan alın ve adamlarla tanışın.
Evet alkol ile ilgili diyeceklerim bunlar. Gelelim hepinizin burayı okuma sebebi olan ve meraktan kudurduğunuz cigo meselesine:

2- Cigo, Boğaziçinde beklediğinizden fazla içiliyor ama öyle herkes içiyor falan da değil. Yani öyle yabancı dizi üniversite ortamı falan beklemeyin. Kimsenin evinde bong falan yok. (Amsterdam'a gidip toplu alışveriş yapıp dönen asitçi tayfayı saymazsak) Cigoyu nasıl bulursunuz inanın ben de bilmiyorum. Bir şekilde denk gelir işte. Sonuçta toplumun genelindeki cigo içen insana keş muamelesi yapma, toplumdan dışlama ve aşağılama, ondan her türlü götlüğü bekleme anlayışı maalesef Boğaziçinde bile var. O yüzden de içenler kendi aralarında takılmak ve aralarına yeni birilerini almamaya çalışmak durumundalar. Genelde patlayanlar hep aşırı reklam olanlardan çıkıyor. Mesela benim bu blog'u açmam bile aslında çok yanlış bir hareket. Ama yine de bildiklerimi sizlerle paylaşıyorum ki siz de el yordamıyla öğrenmek durumunda kalmayın, yalan yanlış bilgilere boğulmayın.


  • Cigo'nun adı söylenmez. Bir isim takılır. Gazetede dergide kitapta geçen kelimesiyle ondan bahsedilmez yani. Bu çok basit bir tekniktir. Konunun ya da dolayısıyla camianın içinde olmayan, yani içmeyen anlamasın diye içenlerin kendi aralarında anlaşma yöntemidir. Burada da o yüzden adıyla okumuyorsunuz. Google'da dahi reklam olmaya gerek yok. Son derece level 1 bir akıllı olma durumu yani bu.
  • Cigo'nun kurutulmuş yaprak-bud-dal halinde olanına başka isim, toz halinde olanına başka isim verilir. Esra-Kubilay, Çay-Kahve falan gibi. Toz halinde olanı aslında o haliyle içilmez. Bir işlemi vardır. Ama onu da öğrenirsiniz artık. Ya da o işlemi yapmadan içer yeni olduğunuzun façasını verirsiniz.
  • Boğaziçi'nde kimse kimseye cigoyu nasıl edindiğini söylemez. Zorlamayın. Yakın arkadaşınız olursa, öncelikle en azından bir ya da iki kere beraber edinmek şartıyla, sorup öğrenebilirsiniz. Ben isteyene hiç kıvırmam söylerim ama. Boğaziçili olamadım kendi bağlantımı kendime saklamak konusunda.
  • Bir edinimde üç basamaklı miktar verirseniz bilin ki ters giden bir şeyler var. Daha da ödenecek tutar ayrıntısına da girmiyorum tabii.
  • Korkmayın o kadar abartılacak bir şey yok, ilk içişinizde çok büyük ihtimalle "bu muymuş lan o kadar abarttığınız" diyeceksiniz. Benim kaplumbağam öyle dedi en azından.

Atı ve kedisi mi? Ahahahaha


Şimdilik birle iki olsun, devamını getiririz 2011 girişli cıvırlar. Hepinizi öpüyorum.
BBY

15 Temmuz 2011 Cuma

Serkan ist mein girl

Nabersiniz lan?

Boğaziçinin "ay biz homofobiye çok karşıyız lan" tayfası size soruyorum nabersiniz?
Arkadaşlarınız yavaş yavaş mezun olup giderken hiç okulun bitmesine ne kadar zamanınız kaldığını bilemediğiniz oldu mu? Benim oldu. Hisarüstü'nde çıktığım ilk evdeki ev arkadaşımın okula giriş yılı 2001'di. (O sırada tarih 2010) Ve daha önce bahsettiğim o taşoda akşamında -bir yıldan beri- ilk defa bir kızla yakınlaşmam oluyordu neredeyse. Sonra o ev arkadaşımı görünce -kafam da çok güzel olduğundan- kızı bıraktım unuttum gitti. Neden öyle yaptım inanın ki bilmiyorum.

Zaten ertesi gün de kızla konuştum telefonda, eski sevgilisinden dayak yemiş ve ona dönmüş. Okumamış insanın da kendine göre dezavantajı çok. Boşuna demiyorum İngilizce bilmeyen insandan sevgili olmaz diye.


Bugün cigo aldım uzun süreden beri. Hisarüstü'nde bir tayfa içerisinde cigo içmeyeli inanın çok uzun zaman oldu. Zaten oraların da ne kadar tadı kaldı tartışılır. Şimdiki 90lılar 91liler sanmıyorum ki cigo migo içsinler. Resmen OCB is so passe dönemine girdik galiba lan.

Gerçi dünyada da bu döneme bir anlamda girildi ama, oralarda research chemical'lar var. Şimdi burada teknik terimlere falan girip kafanızı ütülemek istemiyorum hiç ama research chemical denen nane öyle bişey ki, kanundan daha hızlı bir şekilde yeni bir molekül geliştirip kafa yapabiliyorsunuz. Bu bonsai monsai denen şeyler hep onun türevleri. Binlerce research chemical var. İngiltere'de falan bath salt olarak da bong mong satan dükkanlarda satılıyorlar. 2CB, 2CI, 2CE, JWH18, JWH250, falan filan gibi bir sürü türevi var. Bunları -çoğunlukla- Alexander Shulgin diye bir adam buluyor. Adam janki mi, bilimadamı mı bu bir tartışma konusu. Bildiğin Fringe'deki Walter'ın gerçek hayattaki hali. Koskoca profesör üniversitede çıkıp insanlara trip report veriyor, kafa anlatıyor.

Tabii bu research chemical olayının da kendine göre tehlikeleri var. Mesela geçtiğimiz günlerde bunları satan sitelerden birisi 2CE yerine yanlışlıkla Bromo-DragonFLY yollayınca (evet bu molekülün bilimsel adı. çünkü shulgin denilen it öyle bir tasarlıyor ki hakkaten kısaltması da böyle oluyor) birkaç kişi overdose olup çok feci şekilde öldü. İsteyen google'lasın. Kollar bacaklar çürümüş beyin erimiş öyle diyeyim.

Neyse uzatmıyorum, thumbs up if you're reading this in 2011.

22 Mayıs 2011 Pazar

CNN




Az önce CNN'de haberleri izliyordum. Dünyanın iki farklı köşesinden iki genç, beraber iş kurmuşlar. Yeme içme sektörü için iş ve işçi bulma işi yapıyorlar, ama sosyal network formatında. Böylece potansiyel işverenler de daha iyi seçimler yapabiliyorlar.

Benim bu yeni kaşarın ablası da Boğaziçili bu arada. Lisedeki travma aşkım olan hani. Neyse işte, çocuk beni kekir kekir darladıktan sonra ben takılmaya devam etmeyi teklif ettiğim halde gitmek zorunda kaldı. Saat 05'te ablasını Laila'dan alacakmış.
Üzüldüm lan. Ama bi meraklanmadım da değil. Saat 05'e kadar sürüyor mu o partiler yahu? Bu kız bu kulübün başkanı değil bişey değil, normal katılımcı da o saate kalmaz benim bildiğim. Anca Kilyos servisinin mecburi bekleyicileri durur etkinliklerin sonuna kadar, bi de Carpe Diem kızları. (onların da akbabaları çok olur ama partinin sonunda her türlü eve döner bu carpeler.



Neyse efendim, blogun temasını değiştirdik madem, konuya da girmeden etmeyeyim. En kötü dealer çeşidi, "ben dealer değilim" diyendir. Ancak en sürpriz şekilde kaliteli ürünler de onlardan çıkar. Mecbur kalmadıkça tavsiye etmiyorum yine de. Don't get fucking middled man. (Blow'u izlemeyenleriniz izlesin tavsiye ederim. İngiliz bi ailenin oğlunun 60'ların sonunda Amerika'ya gidip dealer olup işleri de baya bi büyütmesini anlatıyor, based on a true story üstelik.)




Bu arada, sizlerden daha çok feedback alsam daha çok yazarım. Bugün aklıma geldi, "devleti yaşatan kurumdur blogu yaşatan yorumdur" diye bi laf vardır hatta bu konuda. Beyler 1500 kişi bakmış üç kişi yorum yazmış emeğe saygı lütfen böyle giderse artık paylaşım yapmayacağım. ---okuyucularımın buradaki espriyi yakalayacak olması çok acı verici. beyler millet forumlardan no rapid paylaşım kovalamıyor, gençler üniversiteliler ya da fark etmez her kesimden insanlar sevişiyorlar lan :( ---

Tabii bu durumumda benim de suçum yok değil. Benim yerimde belki başka biri olsa daha farklı olurdu. Ama nedense ben beceremiyorum işte. Tipim de çok kayık değil belki de, hani seks gibi bir şey için tercih edilmeye çok meyilli değilim aq. İşverenler bayılıyor ama. Zaten tanıdığım çoğu kişi "sen ileride zengin olursun" diyor her türlü bana. Ama ileride çok canlar yakarsın denilen gençlerden hiç olmadım.
Boşver, zaten kimsenin canını yakmak da istemem, huyum değil. Kader kısmet fişmekan. (fishmekan diye balık lokantası var bu arada)



Geçen gün "wikipedia killed the expert" diye bişey gördüm. Çok doğru lan, millet bana bilgilisin milgilisin diyor. Açın okuyun siz de bilgili olun olm. Gerçi ben de o kadar mal mal şeyler okuyacağıma derslerime bakaydım okul biterdi. Ooof of dertliyim lan kendime çok kızıyorum.

Bu yazıyı da kendime yazdım galiba. Hayatı irdelerim dediysem bakmayın bi boku çözdüğüm falan yok.

Şimdiki Çocuklar Gerçekten Çok Piç

Kendimden daha kaşar bir adamla karşı karşıyayım.

Lisedeki travma aşkımın kardeşi bana tatandı. Cigo kanalı olarak kullanıyo beni piç.
Bi şekilde de ikna ediyo, gönlümü alıyo, ne dersem yapıyo falan filan da, yine ibnenin dediği oluyor arkadaşlar.

Az sonra gelip beni evden alacak, beraber cigo içecekmişiz efendim.
Aha şimdi yine aradı, bi de evi bulamıyor, yolu tarif ettiriyor.

Faça olmak çok zor iş lan. Bu da böyle kısa boktan bi yazı olsun.
Eve dönünce yine hayatı irdeleriz.

8 Mayıs 2011 Pazar

Şimdiki Çocuklar Çok Piç



Beni de kaşarladılar anasını satayım.

Dün okulda taşoda maşoda vardı. Aslında benim o konserde teknik olarak sahneye çıkıyor olmam gerekirdi ancak birtakım dişidökük eskicanki mikrop gibi adamlar önümü kestiğinden olamadım. Sikerler orası mühim diil.

Okula gittiğimde yanımda hatırı sayılır miktarda cigo vardı. Eskilerden bikaç arkadaşı buldum, hemen tenha bi köşeye gidip içtik. Dicle, daha önceden Hisar'daki evime gelicem diyip gelmeyen, mavi gözlerine ölüp bittiğim İrem'i getirdi grubumuza. Arkadaş Amsterdam'a gidip cigo içmemiş bi insan. Dün içti. Neden içtiğini ise gecenin sonlarına doğru Elvan'ın "İrem'le Halil sevgili mi?" diye sormasından anladım. Vay anasını.

Halil ise daha önceden dağda bayırda survivor tadında işler yapan bir şirketin günübirlik işlerinde beraber çalıştığımız bir arkadaş. Ben cigoyu kötü yapınca adama "e sen yapsaydın o zaman" dedim, o da "ne bileyim lan öyle üstünde deri mont, saçlar jöleli çok janki gözüktün gözüme" dedi. Bişey diyemedim. Lan ben o saçları anneme faça olmamak için öyle yapıyorum.




Boğaziçi'nin gelmiş geçmiş en kaliteli insanı İdil de oradaydı dün. O da zannedersem ilk kez cigo içti. Üstelik daha önce bahsettiğim bir taksi bagajı kapağı gibi file ile kaplı bacaklara sahip Gülşah da oradaydı. Bacakları yine öyle miydi, orasına girmiyorum. Yılların manitasıyla yine barışmış çünkü karı, çocuğa ayıp. Çocuğu da eve dönerken 6.sokak yokuşunda gördüm, pis pis güldü. Bu "yasadışı işler yapıyoruz olleyomoli" tadından çok hazzetmiyorum. Bi rahat olun aq.

Kimler kimler vardı çok da anlatamıyorum. Ama bi ara olanca luzırlığıma karşı 10-15 kişilik bir grupla geziyordum okulda. 1500'ün kervanı oldu tam böyle. O ara hayattan keyif aldım lan.




Ha, unutmadan anlatayım: Kim kaşarladı beni?

Lisede bir dönem köpek gibi aşık olduğum kızın kardeşiyle tanıştım dün, beraber cigo içtik. OCB çocuktan çıktı. Çocuk bana "sakın ablama söyleme, bilmiyo" dedi, okey dedim. Sonradan öğreniyorum ki çocuğun meğersem denetimli serbestliği varmış, ablasına bu saatten sonra hala faça olmak istemiyomuş piç.

Bu yeni çocuklar çok kaşarlar lan. Seni beni donlarında sallarlar ahahaha çok bayıldım.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Boğaziçinin cigo içicileri

Komünistler ya da anarşikler falan: OOOOF OF. bunları ne ben yazayım ne siz okuyun. Cigo içicisinden toplumda nefret edilmesini haklı buluyorsam bunlar yüzündendir. Cigo'ya bayılırlar. "Senin steşin benim steşim, benim steşim benim steşim" mantığıyla yaşarlar. Başkasının cigosuna çökmekten başka bir niyetleri yoktur bu yavşakların. Kendi cigolarını kimseyle paylaşmamak için türlü türlü numara çevirir, gerekirse çirkinleşirler. Ancak nedense aynı adamlar, kendilerine her türlü cigo sağlanmasını herhangi bir şekilde kıymetli bulmazlar. Hatta misal, sizden bir komi cigo istediyse ve elinizde olduğunu ikiniz de bildiğiniz halde herifin gözünün içine baka baka "bende de yok" dediyseniz bu normaldir. Hiç sorun olmaz. Asitçi tayfa da bunların aralarında veya çok yakınlarında olduğu için yine geleceğiz bu konulara maalesef.

Bakireler: En sevdiklerim. Bunlar cigoyu ya interrail esnasında ya da work n travel esnasında en fazla bir-iki kere denemiş, ya da çok yaklaşmış ama yanlarındaki arkadaşlarının ne diyeceğini bilmediklerinden deneyememiş üniversitelilerdir. Mahalle baskısının ete kemiğe vurulmuş halidir. Ortamı denk geldiğinde şöyle bir bakarlar, çoğunlukla cigonun kafasını beğenmedikleri gerekçesiyle vazgeçerler ve bir daha görünmezler.

Carpe Diem'ler: Çoğunlukla kızlardan çıkar. La liberta'nın bol bira içilen gecelerinde bir eve cigo içilmek üzere geçiliyorsa o kadroda bunlar vardır. Genellikle kendi bağlantıları ya da steşleri bulunmaz, quallere katılırlar. Sanıldığının aksine, çok miktarda içebilirler ve okul ortamı haricinde de bol bol içmişlerdir. Komilerin özellikle kızları kendilerini Carpe Diem sanar. Maalesef asla olamazlar, çünkü Carpe Diem'ler yine sanılanın aksine kolay kolay kimseye vermezler.

Mezuniyet öncesi inekler: Mezun olmadan önce mutlaka cigo içme isteğindeki insanlardır. Ben de yeni yeni tanıdığımdan bir şey diyemeyeceğim, ancak gördüğüm kadarıyla çoğu cigoyla yüz yüze gelince vazgeçer. Zannedersem ileride sağda solda "bana çoooook uzatıldı da ben içmedim ne ortamlar gördüm oof of neler neler içildi de ben içmedim ohooooo" diye konuşan karılar bunlardan çıkıyordur.

Müzisyenler: Bunlarla geçen sene çok takılma şansım oldu. En piç muhabbetler bu ortamlardan çıkar. Sanılanın aksine müzisyenlerin kız olanları cigo içmezler pek, yani müzisyen cigo ortamı sap ortamı olur. Bol abur-cubur severler, ortamda playlist savaşı gibi olgular çok olduğundan bir çok şey kurala bağlanmıştır. Yalnız geçen sene bu tayfadan önemli bir isim polise patladığı ve davası hala sürdüğü için şu aralar çok fena halde sinmişlerdir. İçen varsa bile tayfa halinde içilmiyor bu sene, herkes en yakın bağlantısıyla içiyor.

Zengin Kızlar: Yine sanılanın aksine, zengin kızlar cigo içerler Boğaziçi'nde. Tanıdığım en düzgün cigo içicisi tayfalardan biridir hatta. Dealer ile çalışmaz, içici bir arkadaşlarını "cigo senden geri kalan tüm masraf bizden" usulü ağırlarlar. Sanılanın aksine bol miktarda, hatta neredeyse Carpe Diem'ler kadar cigo içebilirler. O yüzden steşi kuvvetli götürmekte yarar var.


geçen sene bir perşembe gecesi karar verip cuma gecesi çıktığım hisarüstü evinde, evin diğer sakinlerinden ve kızın manitasından gizli cigo içerdik ev arkadaşım olan cansu ile. o tüm bu stereotiplerin dışındadır. hayatımda beraber cigo içtiğim en iyi insandır. öyle umuyorum ki onla bir gün tekrar hindistan cevizi yiyebiliriz. (hindistan cevizi cigonun üzerine iyi gider. soğuk soğuk.)

29 Nisan 2011 Cuma

Boğaziçi'nin dealerları

Behlül: Bu adam çağırıldığı zaman kolay kolay gelmez. Telefonu çok nadir değişir. (senede bir kere) Yağmur çamur kar kış dinlemez, ama hava karardıktan sonra ya da pazar günleri çalışmaz. Bizim Boğaziçili çakallar, bunu getirtmenin de yolunu bulurlar. Aynı ortamda olunduğu halde üç-beş kişi ayrı ayrı arar adamı, Behlül de birkaç satışı birden gerçekleştireceği hevesiyle çıkar gelir Hisarüstü'ne. Geldiği zaman olayı anlayıp pişman olur, pişman olursa fiyatı zamlı verir ya da dandik stash'ten ürün verir. Takma ismini Behlül koymak konusundaki ısrarı, ürün kullanıldıktan sonra güzel bir mezedir.

Adnan: Bu adam çok nadir çalışır, ve kendisiyle birebir görüşebilen hiç olmamıştır. Boğaziçinde öğrenci olduğuna dair söylentiler var, ondan gelen ürünün bol çekirdekli dandik Diyarbakır ürünü olduğu düşünülürse bence tam bir Boğaziçili. (bu noktada Diyarbakır'ın az çekirdekli efsane ürünlerini es geçmeyelim ki çayhane ibneleri kızmasın.)

Atalay: Bir tane açık yeşil renk Reno Clio'su var. Etiler'e gelir daha da yanaşmaz Hisarüstüne. Maalesef sanıldığının aksine Etiler dealerı değildir. Geçtiğimiz yıllarda ortadan kaybolması üzerine yakalandığı söylentileri dolaşsa da, dikkatli gözler Murat'la aralarındaki ilişkiyi yakalamıştır.

Murat: Atalay'ın devamıdır. Çok büyük ihtimalle akrabası falan olabilir. Aynı arabayla Etiler'e gelir, ama Hisarüstüne daha çok yaklaşır. Birçok bakımdan Atalay'a göre daha başarılıdır denilebilir. Hisarüstü'ne çalışmaya ilk başladığında efsane bir stash'ten hem çok yüksek kaliteli hem bol miktarda ürün ile çalıştıysa da, daha sonraları kaliteyi gittikçe düşürmesi, Boğaziçilileri Behlül'e dönmeye zorlamıştır.

Halil: Denizlililerin tanımadığı bir Denizlili. Bursa işi basılmamış ürün getirdiği söylense de, bu da yeni müşterilere çok açık olmadığından, ürününe ilk elden ulaşmak çok zordur. Hakkında başka da bir bilgim yok maalesef.

Ara sıra çıkan sakallılar: Bunlar çeşitli kulüplerin İzmit'li ya da Sakarya'lı öğrencileridir. Köylerinde çok güzel kanalları bulunur, memleketten gelirken yüksek miktarda getirip, okulda milletle qual yaparlar. (qual: Ortaklaşa kalın sigara malzemesi alma işi) Qualler hep bilinmeyen bi satıcıdan alış üzerine olur tabii ki ha ha ha. Böylece kahramanımız, kendine bile söylemeden Hisarüstü'nde arkadaşlarına satış yapmaktadır.

28 Nisan 2011 Perşembe

Düşmanlık da hayata dairdir.

Boğaziçi'nde neler oluyor malesef bilmiyorum artık. Samimi olarak söylüyorum, maalesef hiç arkadaşım kalmadı gibi bir şey. Birkaç tane var, onlar da benden beterler..

Loser olmak insanın hayatından çok şey götürse de, insan hayatından çok şey götüren diğer durumların aksine, bundan çabalayarak falan kurtulamıyorsunuz. Ne yaparsanız yapın hayat yakanızdan düşmüyor, hazırlanmadığınız yerden vuruyor, arabadan bir stash çıkıveriyor..

O yüzden artık ben de sizlere filtrelenmiş Boğaziçi maceralarından bahsetmekten vazgeçtim. Gerçekten yaşadığım şeyleri olduğu gibi anlatsaydım ya bana inanmazdınız, ya da birileri benim kim olduğumu falan bulup bana düşmanlık etmeye uğraşır dururdu. İnternette bile olsa bir şeyler yazmak insanın başına iş getirebiliyor.



Cank, hayatıma ailemin sandığı gibi lisede ya da benim öyle olmasını istediğim gibi üniversitede falan girmedi aslında. Herhangi bir yurdum psikolog ya da psikiyatristinin çözebileceği profillere -maalesef- uymuyorum. Bunun sebepleri için pek çok kitap yazılmış, gittim okudum da. Kısaca şöyle söyleyebilirim, "sistem" yalnızca akıl hastanelerine düşmüş olan cankileri tanıyabiliyor. Tüm bilimsel çalışmalar falan hep onlar üzerinden yürütülüyor. Bu durumda ben de kendi psikiyatristim olmak durumundayım belki de.

İlkokul bir ya da iki'deyken burnuma mendil sokup üst üste hapşırınca kafamın güzel olduğunu fark etmem ve mendili tam anlamıyla "abuse" etmem hatırladığım ilk cank deneyimim. Evet maalesef bu durum beklediğiniz Trainspotting ya da Requiem şablonlarına uymuyor.


Boğaziçi'nin "biz ayrımcılığa karşıyız" geçinen yavşakları, sözüm size. Günümüzde canki olmak 80'lerde gay olmak gibi. Nasıl ki bir insanı gay-kürt-kadın-türbanlı olduğu için şablonlandırıp ona göre hareket etmek ayrımcılık oluyorsa, bir gay ile -size karşı cinsel bir yaklaşımı olmadığı halde- aynı yurt odasında kalmak istememek sizin için kabul edilemez bir durum ise, cankilere yapılanlar da tamamen ayrımcılıktır. (Ama ben sizin gibi yavşak olamadığımdan, ayrımcılığa da karşı değilim. Cankiler de faça olmayıversin canım ha ha ha)


Evet ibneler, 1500 geri döndü. Bu sefer açık açık anlatmaya geldim. Günahlarınızı gururla anlatmaya devam ediniz, ben sizleri yine de seviyorum.