30 Kasım 2010 Salı

Boğaziçinde başarılı olmak için yapılabilecek yirmibeş şey:



1- Bir tartışmada, kazanan taraf olmaya oynamayın. Daha fazla bilen taraf olmaya oynayın.
Mesela, daha fazla kitap okumuş olmanızı, üslubuna denk getirip söyleyebilirseniz o tartışmayı kaybetmenizin bir sakıncası yoktur.

2- Daha fazla kadının gözünde "ikisinden birine versem buna verirdim" denen erkek olmak için, her türlü kurumsal gücünüzü kullanabilirsiniz.

3- Bir de bunun üzerine hoşunuza gitmeyen insanları "creepy" olarak etiketleme becerisi eklerseniz, ne kadar orospu çocuğu ve yavşak da olsanız, sizin hakkınızda facebook iletisi yazacak birkaç Anadolu çocuğu bulabilirsiniz.

4- Lisenizde loser olmanız hiç sorun değil. (zaten bir lisenin loserı iseniz ve burada iseniz, o lisenin adı biliniyordur, birkaç alternatif var sadece) Kendinizi lise gibi bir kuruma ait olmak üzerinden konumlandırmayı sevmediğinizi, böyle şeylere ihtiyacınız olmadığını söyleyin. Saf Anadolu gençleri yiyecekler. Babıali piçleri ise, sizinle aynı konumda olduklarından; susacaklar. Ya da üstün yalan yedirme güçleriyle, kendilerini de öyle olduklarına inandıracaklar.

5- Dışarıdaki insanlar, buradaki çocukların yalandan aptallıkları falan gibi değil, gerçekten aptallar. Biraz kurnaz olursanız, kendi kesenizi (para kesesi olmak zorunda değil, her türlü kesenizi) doldurma amacıyla yapacağınız işleri bambaşka amaçlarla yapıyormuşçasına satabilir, bu işlerdeki becerinizi ederinden çok daha yüksek "fiyattan" istediğinize çakabilirsiniz.

Not: Ben bir karakterim. Gerçek hayatta Boğaziçi Bin Beşyüz diye biri yok. Ve ne yazık ki kardeşlerim, sizler de benim kadar karaktersiniz. Lakin karakterlerin kavgasını gerçek yumruklarla yapabilecek kadar badass olanınız varsa, bir şekilde bulursunuz gideceğiniz adresi diye umuyorum.

23 Kasım 2010 Salı

Geceleri uyuyamıyorum, çünkü hayat kaçıyor.



Dün tatsız bir gündü, bugün güzel başladı.
Derse gideyim dedim, ders iptal. Eve geldim, gelir gelmez Dicle aradı. Bayram tatilinden dönmüş. Görüşelim falan dedik, ev arkadaşı Ceren ile beraber akşam yemeğine geldiler. Biralar ve bira pluslar tüketilirken ne yazık ki bana her yönüyle çok benzeyen , aynı bölümde okuduğumuz, Amerika görmüş Ferit geldi.
Adamın annesi aradı, altında araba var oğlum nerdesin diye, anne trafiğin açılmasını bekliyorum gelicem dedi. Buraya kadar benim yaptığım iş. Ama Amerika görmüş zoraki kankamız yemeğe kalmakta resmen direndi. Ben de yemeği geciktirdikçe geciktirdim, ama o kazandı. Neyse ki yemeğini yedi de gitti, biraz rahatladık.

Arkadaşlıklarımda, misafirlik etiketine uymaya çok özen gösteriyorum. Bunu karşı taraftan da bekliyorum. Yani, inappropriate, daha da yani, münasebetsiz insanlarla arkadaşlık etmek istemiyorum. Benim evimde çocuklar ders çalışırken gürültü yapmaya çekinilmeli. Hatta her yerde çekinilmeli. Belki yine yapılmalı o gürültü, ama çekinilerek yapılmalı.
Bunu söylerken de yalandan bir proper olma durumundan hazzediyorum. Yine ne benim evimde, ne de başka bir yerde "kibarlık olsun diye" bir şeyler söylenmemeli. Hatta bu amaçla hiç bir şey yapılmamalı. İnsan kıramama üslubuyla yedirilmiş kırıcılık, yavşaklığın sadece bir alt kolu.

Hiç hazzetmediğimiz biri hakkında içimizden geçenleri kibarlık yalanıyla söylemezlik yapıp, karşımızdakine şirin görünmek, onla çok kankaymışız gibi davranmak, Kadıköy'de dahi gördüğüm bir davranış biçimiydi. Ancak Boğaziçi'nde kurumsalmış bunu anladım.



Gecenin ilerleyen saatleri ise, her ne kadar ders çalışma planlarım yalan olsa da, çok keyifli geçti. Özellikle belli bir saatten sonra peteğe geçmemiz harikaydı. Petek dönüşü Dicle ile birlikte yukarıdaki kebapçıları darladık. O saatlerde kimin kafası en güzel oluyor, bilemedim. Ama hepinize tavsiye ederim geç vakitte tırkanlı.

Börekçi 24 saat hazır Kürt Böreği bulundurmalı bence. Çok önemli bir ihtiyaç.

Bu sefer de analizler, çıkarımlar falan yapmayayım, dümdüz yazayım dedim dostlar.
Boğaziçi Bin Beşyüz

ps. Yarın İdil Meltem Dicle ben çay içeceğiz, Dicle sözünü tutarsa. Bunu ben teklif etmedim üstelik, kendisi attı ortaya. Haydi hayırlısı.

21 Kasım 2010 Pazar



İnsan, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, yaşadığının değerinin ne düzeyde olduğunu bilemiyor. Geleceği görebilmek, adına analiz denen müzmin başarısız bir geyik muhabbeti. Hiç hazzetmediğim ama sesinin sadece korsenin sıkıştırmasıyla oluşmadığına inandığım Şebnem Ferah da mesela;
"Sıradan basit bir günün uğruna 
Hiç dua etmemiş hiç yalvarmamıştım" 
diyerek olayı çözdüğü konusunda beni ikna etti. Hiç boşuna şımarmayın yani, şu dünyada insanın başına öyle şeyler geliyor ki, emin olun şimdiki hayatınız 1500'lüktür.

Hayatı kaçırmak ise yeni hobim adeta. Gereksiz yerlerde gereksiz zamanlar kaybederek yine ve yine hayattan geri kalıyorum dostlar. Bu sefer bir hatuna tutuldum ama. Üstelik bu -bence dünyanın en güzeli- kadın, kendi tayfasının çirkin ördek yavrusu diye geçiyor. Onu da sonra anlatırım.



Her yazının başında gereksiz hayat çıkarımları yapmama kızıyor musunuz be dostlar? Ben özgüveni düşük biriyim gerçek hayatta. Bu sonucu yazılarımdan çıkarmanıza gerek yok, adını kendim koyuyorum rahat olun.



05 Kasım günü, Boğaziçi çok enteresan kafalar yaşadı. Boğaziçinin her blogunda, İşletme Kulübü'nden Müzik Kulübü'ne SBK'dan SSUKB'ye her kurum bu konuya girdi. Ben de iki rektör eskitmiş bir repetitive revolver olarak kendimi geri tutmayacağım.

Polisin okula girmesi, benim için dev GMC araçların mavi-beyaz-kırmızı yanıp sönen lambaları demek. Herkes o gün çok gereksiz kastı kendini. Ne öğrencilerden ne de polislerden korkmaya falan gerek yok. Bu okulda Tayyip Erdoğan'a fiziki bir zarar falan verilmesi mümkün değil. Başbakan düz kantine gelip oturabilir, biz de oturur muhabbet ederiz. Bunu 2006 yılında Hırant Dink yapmıştı. Tabii, kendisi kadar delikanlı olan kaç kişi vardır bilmiyorum.

Efendi gibi gelip açılış yapıp gitselerdi, efendi gibi protestolar falan yapılır, ama bir sorun da olmazdı. Tekrar söylüyorum, Hırant Dink, tam da öldürülmeden hemen önceki döneminde gelip kantinde bizle oturdu. Kendisiyle karşılıklı çay içmişliğimiz vardır. Başbakan da Orta Kantin'e gelmezdi belki, ama eminim ki İşletme Kulübü'nde bi toplantıya falan katılsa gayet eğlenceli ve yararlı geçerdi.

Çok uzaktan bir akrabam Amerika'da ünlü olmuş. Bu hafta ona taktım kafayı. Adamın klibi var, ve resmen benim kanımdan canımdan bir insan lan. Onu dinlerken biraz memleketime de takıldım; Türkçe Pop epeyce güzel bir müzik türü. Emre lan, lafım sana: Bir ağız tadıyla içemedik senle bu dönem. Ayıp ediyorsun kardeşim, bir zaman yarat.

  • Bayramda neredeyse tamamen uyudum ve araba kullandım. Akraba ziyaretleri bizde uzun mesafeli oluyor biraz. İstanbula döner dönmez tabii ki Hisarüstü'ndeki stratejik konumumu aldım. Ve şu karara vardım: Uzun tatillerde Hisarüstü'nde saat erken olmaz; geç olur.
  • Kadın olmasına rağmen bu durumun aramızdaki ilişkide nedense yer almadığı bir kankam var. Ama bir yandan da mesela, erkek bir kankamla birbirimize dokunabiliyorken onla dokunamıyoruz. Açıkçası ben çok dokunmak da istemiyorum, geriliyorum. Bu neden olur? Bana biraz akıl verin lan.
  • İşte o kankamın secondary tayfalarından birinde geçen yazımda bahsettiğim Gülşah var. Gülşah tayfanın güzel kadını. Meltem ise o tayfanın çirkini rolünde. Yıllardır resmen algılarımızla oynamış Gülşah, oynanmış algılarımızın çoraplarından sökülemeyeceğini fark edip kullanmış. Arkadaşlar açıklıyorum: O tayfadaki seks yapması en zevksiz olacak insan Gülşah'tır. Buna eminim.
  • İşte, kankam Dicle, geçen hafta İdil'den bahsederken iki de bir Meltem'i konuya sokup durunca merak edip gittim facebook sayfasına girdim. İlk görüşte Meltem'e aşık oldum desem yeri. (tam olarak da öyle değil, çünkü aslında orada olan şey, dört yıldır gördüğüm kızın film şeridi gibi "oha oha güzelmiş laaan" diye gözümün önünden geçmesiydi) Şöyle bir sorun var gerçi, kendisine mesaj attım ancak ilk cevaptan sonraki konuşmayı uzatmaya çalışma mesajım cevapsız kaldı. Böyle durumlarda içim eziliyor. Meltem, seni çok mutlu edebilirim. Dicle, ne olur bir şeyler yap.
  • Hande ile en sonunda oturduk konuştuk. Birbirimizi ellemek için bahaneye ihtiyacımız olmadığına karar verdik. Bundan sonra ne olur bilemem, ama ikimiz için de daha az hayattan geri bıraktırıcı olacağı kesin.



Hayattan vitaminimi yeterince alamadığım için alternatif hayatlara tutuluyorum. İnternette size bunları anlatıyorum, çünkü ben gerçek hayattan geri kalıyorum. Eski wowcular ne dediğimi çok iyi anlarlar.

Beni okuyan kızlardan biriyle tanışıp
Sonra da uzun süreli ve derinlemesine bir paylaşımda bulunabilmek için 
Bu blogu kapatabilirim mesela. Yani merak etmeyin, ben badass değilim, olamam da.

Hepinizi kendimden farksız sanıyorum
Boğaziçi Bin Beşyüz

9 Kasım 2010 Salı

Bu nasıl bir hafta sonu...


Hisarüstü'nde hayat, beklediğimin aksine, aynen beklediğim gibi. Bu, şu demek oluyor: Hani insan der ya kendine, "üniversitede hayat hiç de öyle beklediğim gibi olmayacak, dersler şunlar bunlar" diye, o yanlış çıktı. Gayet de eğleniyorum tamamen. Belki de hatam, hisarüstü'nde yaşamaya geç başlamak bu durumda. Çünkü derslerden gerçekten geri kalıyorum. Eğlenirken içimde hep geçen seneki ev arkadaşım gibi, normal öğretim süresi boyunca tamamen takılıp, sonra okulun uzamış kısımlarında okumaya başlamak korkusu var.


Bu haftasonu çok geç başladı. Hafta sonunu başlatmak için gerekli olduğunu düşündüğümüz malzemeler zaten oldukça eksikti, onları kısmen de olsa tamamlamam pazar akşamını buldu. Ben de bu yüzden hafta sonunu çarşamba akşamına kadar uzatma kararı aldım. Perşembe sabahı dokuzda sınavım var bu arada, ama o sınava da geçen hafta sonlarından birinde hem eğlenip hem de işe gittiğim gibi çalışmayı planlıyorum.

Neyse, hayattan ne biçim de geri kaldığımı falan yazacak değilim. İyi kötü yürüyor işler. ÖSS'ye girmeden önce konuları bitirmeyen ben, okulu bitirmeden önce işe girerim zaten, merak etmeyiniz dostlar..


  • Hafta sonunun ilk akşamı olan pazar akşamında, sürekli görüştüğüm kankam Ersin ile beraber Taksim'e gitmiştik, ufak bir iş için. Orada iş uzayınca ben de sıkılıp Kadıköy'deki bin beş yüz puanlık günlerimden kalma bir hatun olan Betül ile buluştum. Beklediğimin aksine, hatun bize gelmek için acayip derecede ısrarcı olunca kabul etmek zorunda kaldım. Bir çift kaba meme uğruna Taksim'de bira içmiş olmak beni çok yordu dostlarım. Adeta alkol perişanlığı yaşayan bir cumartesi akşamı 110u yolcusu gibiydim. Ancak daha sonra eve geldiğimizde işler iyice yoğunlaştı, hem de negatif anlamda. Birbirlerinden gizli, birbirleri hakkında, o sırada mutfakta bulunan bana mesaj atan iki kızı birden bu bünye pek de kaldıramadı. Bir de bunlardan bir tanesi -hayatta ilk kez başıma gelen bir olaydır bu arada- beni kaldırmaya çalışıyor olunca, hem bi' hoşuma gitti, hem de bi' yabancılaştım. Orada kararımı verdim dostlarım, İngilizce bilmeyen en fazla bir insan olabilir hayatımda. O slot da dolu. Biliyorum, çok Boğaziçilice bir yaklaşım, ama elimde değil.
  • Emre ve Ötesi tayfasıyla aslında bu hafta sonu vakit geçirmek üzere sözleşmiştik, ancak onlara istediklerini sunabilmek için kendimi hazır hissetmem çok zaman aldığı için yetişmedi. Bu durumun sebebi ise ay sonuna yeterli parayı ayırmamış olmam ne yazık ki. Daha önce de çok bahsettim, ek gelir kaynakları yaratıp ekonomimi düzeltmem lazım. Öbür türlü, özellikle de Hisarüstü'nde hayat çok zor. İnsanlara istedikleri şeyleri sunmadıkça, benim gibi Beşirlere kendini sevdirme şansı da çok yok hani. Behlül iseniz işler değişiyor mudur, sanmıyorum.

  • Çünkü Behlülcesine davranan insanlar inanın çok fazlalar burada. Bol bol görebiliyorsunuz. Kilyos'tan çocukluklarını bildiğiniz adamların şimdiki yalandan cool'luklarına bakınca, Behlül olmanın ancak dizilerde gerçekten başarılı olabileceğini anlıyorsunuz. Okula file çorap ile gelmeyi adet haline getirmiş, Erol Köse'nin başyapıtlarından biri olan Gülşen'e benzeyen, Gülşah adında bir arkadaş var mesela buralarda. Kızda resmen "cool gözükmeye çalışma" virüsü var. Yani onla bir süre beraber takılan, cool gözükmeye çalışır oluyor. Ve Gülşah'ın cool gözükmeye çalışmasından daha başarısız duruyor. Bir virüs bu çünkü, yıllarca onla yaşayınca daha sağlıklı görünüyorsunuz.
    • Gülşah'ı aslında birkaç gün öncesine kadar çok güzel buluyordum, ta ki İdil'in olmamış bir versiyonu olduğunu ve ıssız ada teorisini fark edene kadar. Bu noktada İdil'den de kısaca bahsetmem gerekiyor: Kendisi şu okulda kıskanıldığım ilk insan olduğu için gurur duyduğum biri. O derece kaliteli bir insan yani. Şu dakika gelsin, en yakın nöbetçi kuyumcudan yüzüğü alıp takarım, o düzeyde bayılıyorum.
    • Issız ada teorisi ise şu: Gülşah, İdil, ve o tayfadan birkaç kızı daha alıp bir ıssız adaya koysak, yanlarına istedikleri yiyecek vb. malzemeyi ve cımbız vb. tüm bakım malzemelerini versek, ancak hiç kozmetik malzemesi vermesek ve eskiyen kıyafetlerinin yerine yenilerini kendileri yapmaları gerekse; bir taksi bagajı kapağı gibi file ile kaplı bacaklara sahip Gülşah, o adaya en güzel girip en çirkin çıkar.
  • İngilizce bilmeyen sevgilim ise iyice unuttu beni, unutturdu kendini. Onu çok özlüyorum. Bayram diyip seyran diyip bir şekilde öpmem lazım.
  • Arkası gelince eklerim dostlarım, hafta sonu olanca hızıyla sürüyor zaten. Operalar beni bekler, beni sever.


Hisarüstündeki odamın kapısında, her giren kız için bir tick attığım bir köşe var. (Bundan onlara da bahsediyorum, amaç sadece hayatı yakalamak sakkın ola ki yanlış anlamayın)

Bu hafta iki tick birden attım.
Boğaziçi Bin Beşyüz

2 Kasım 2010 Salı

Boğaziçi'nde eski arkadaşlar, eski arkadaşlıkları ile varolmazlar.



Uzun bir ara verdim yine galiba, hepinize merhabalar.
Aslında bloga yazmayı daha çok istiyorum, ama benim de başımda sıkıntılar dertler falan var. Bazen öyle oluyor ki, hayatımı boşa harcadığımın tam olarak farkına varıp, her şeyden vazgeçesim geliyor. Büyük hırsların insanıyım aslında, ancak büyük çalışmaların insanı değilim. Daha önce de bahsetmiştim, birilerinin gerçek hayatta, benim bağladığım işleri yapması lazım. Size istediğiniz işi bağlayabilirim.

Patronlara yaptığım kendine güven dolu tavrın onda birini kızlara yapabilseydim, bugün her şey çok daha farklı olabilirdi. İş yapmak, karşı cinsle ilişki kurmak gibi komplike ve anlaşılması zor bir süreçtir. Mesela tıpkı işsizlerin ya da fakirlerin, patronların hayatını çok daha kolay ve zevkli sandığı gibi, sevgilisi olmayanlar ya da benim gibi başarısız erkekler de behlüllerin hayatını mutlu sanırlar. Bunun bir yanılsama olduğunun bilincindeyim, ama yetmiyor.

Ev arkadaşlığı ise ikisinin birleşimi gibi adeta. Çünkü işin içinde hem ekonomi, yönetim gibi durumlar hem de duygular var. Ev arkadaşlarınıza kırıldığınız zaman dünyadan zevk almak güçleşiyor. Bilinçaltım aynı evde yaşadığım kişileri ailem gibi görmeye alışık. Bunu geçen yıl acilen çıktığım ev arkadaşım Ceyda ile fark etmiştim. İlk defa karşı cinsten biriyle, üstelik başka biri olmadan evde kaldığımda, fark ettim ki, bir hafta içerisinde bilinçaltım onu ailemden biri gibi görmeye başlamıştı. Bu sınavı hepinize tavsiye etmiyorum, ancak hazırlık senesi bittiğinde aldığım ilk beraber eve çıkma teklifinin yakın bir arkadaşımın peşinden koştuğu kız tarafından gelmesi (üslubunu da hesaba katarak) de aynen böyle "olley ben godoş değilmişim" dedirtmişti bana. Tabii godoşluğu erdem edinmek de mümkün. Üstelik -belki de beklediğinizin aksine- öylelerine saygı duyuyorum. Onlara daha sonra geleceğim.



Olaylar kısmında madde madde değineceğim ev arkadaşları muhabbetini şimdilik bir kenara bırakıyorum. Geçen hafta ciddi ciddi, hayatımın son gününde olabileceğimi hissettim. Yani zaten bu hepimiz için geçerli bir ihtimal, ama bu yönde çeşitli olaylar da olduğundan, gerçekten son günümmüşçesine bir gün geçirdim. Aslında pek iyi bir tecrübe gibi gelmiyor kulağa ama, bunu birkaç kez daha yaşarsam, hayatın değerini bilmek şeklinde bir zihniyete çevirmem mümkün. Çok rica ediyorum, kendinize bir sorun: Bugün dünyadaki son gününüz olsa ne yapardınız? Yalnız, klasik cevaplar yok ailemi ararım vs. şeklinde. Şöyle düşünün soruyu: Yarın marsa gideceksiniz, nasa'nın özel bir görevi için. Ölmüyorsunuz yani. Ancak görev gizli olduğundan kimseye de söyleyemiyorsunuz. Ne yapardınız? Cevaplarınızı sabırsızlıkla bekliyorum.

Okulda kendime bir kulüp buldum bu arada, ama bir türlü gitmek bilmiyorum. Resmen hayattan geri kalıyorum dostlarım. Bu vesileyle de inceden maddelere kaçalım bakalım:


  • Son bir iki hafta sonudur, hafta sonuna erken başlayıp geç bitirmeli şekilde takılıyorum. Takılmam yetmezmiş gibi, bir de bir yandan da işlere falan gidip çalışıyorum. Bu madde gösteriyor ki aslında bir yandan hayatı yakalıyorum.
  • Dersler yine tepetaklak gidiyor, ama yine de inatla azimliyim bu dönem için.
  • Ev arkadaşlarımın arkadaşlarıyla Hisarüstü'nün arka sokaklarında farklı yerlere uğradık. Başka takılanları tanıdım. Normalde hiç huyum değildir ama, onlarla direkt ilişkiler bile kurdum. Buna mecbur kaldım aslında bir yandan, çünkü öbür türlüsünden rahatsız olmuş bulundum bir kere. Bunda rahatsız edici kişiliğimin de payı olabilir.
  • Benle vakit geçirmek, ilk başta eğlenceli olsa da uzun vadede yorucu bir şey. Ben birileriyle vakit geçirdiğimde, benden yorulmasalar bile, kendimden yoruluyorum.
  • Yeni insanlar katamadım bu haftalarda pek, ancak olanlarla idare ediverdik işte.
  • Madde madde yazılacak çok şey var aslında da, baydım. Lütfen araları bu kadar uzatmamam için bir şeyler yapın.


Hisarüstü'nde hayat, soğuk ve nemli. İçimizi ısıtmak için salak saçma işler yapıyoruz. Bana aklını verecek birine ihtiyacım ise had safhada. Aklına güvenen gelsin.
Çok yakında: Opera
Her an: Sosyal savaşlar, post apokaliptik egolar.